29 Aralık 2017 Cuma

YENİ YILDA SAÇ EKİMİ TURİZMİNE İSPANYOLLAR DAMGA VURDU…


Saç ekiminde Türkiye Dünyanın cazibe merkezi oldu. Yeni yılda İspanyollar sektöre damga vurdu. Ancak uzmanlar uyarıyor. “Merdiven altı yapılan kötü işlemler Arap turistleri ülkemizden uzaklaştırıyor. Bu konu ile ilgili 
denetimlerin arttırılması gerekir.”



İstanbul’da adım başı saç ektiren turistlere rastlamak mümkünken Arap turistlerin azalması Avrupalıların ise artış göstermesi dikkati çekiyor. Uzmanlar geçtiğimiz 3-4 yıla damga vuran İspanyol turistlerin yılbaşını da fırsat bilerek saç ekiminde ülkemizi tercih ettiğine vurgu yapıyor. Adım başı görmeye alışık olduğumuz Arap turistlerin azalmasını ise merdiven altı yapılan kötü işlemlere bağlayarak bu alanda Türkiye’den ziyade İran’ı tercih etmeye başladıklarını ifade ediyorlar. Sektöre dair bilgi veren sağlık yönetimi uzmanı, estetik ve saç ekim yöneticisi Songül Alcı,” Sektörde her yıl daha yükselen bir ivme var. Saç ekiminde turizmcilerle sağlıkçılar artık iç içe çalışıyor. 

Çünkü ülkemiz turizm güzellikleri açısından çok zengin bir ülke. Son yıllarda sağlık turizminin de dünya çapında parlaması ile beraber yabancılar hem gelip gezmek, tatil yapmak hem de güzelleşmek istiyor ülkemizde. Buna yapılan cazip turizm paketleri, VİP hizmetler de destek oluyor. Turist geliyor Kapadokya’yı geziyor, sonra İstanbul’a geliyor. Saçını ektiriyor ya da estetik yaptırıyor. Ondan sonra kültür turları yapıyor. Cami geziyor, saraylarımızı geziyor buralarda bol bol fotoğraf çektiriyor. Bunu yaparken şoför tahsis ediliyor, tercüman veriliyor bu da büyük bir referans sağlıyor. Grup halinde randevu almaya başlıyorlar. Yaz randevuları şimdiden oluşmaya başladı mesela.

İspanyollar kesinlikle Türkiye diyor Ruslar ise keşfetmeyi bekliyor.


İspanyolların yoğun ilgi gösterdiğine değine Songül Alcı,” Her yılbaşı olduğu gibi bu yılbaşı da Avrupalıları ağırladık, ağırlamaya da devam ediyoruz. Ancak Arap turistler gözle görülür bir düşüş var. Bunun en büyük nedeni denetimsiz merdiven altı yerlerde yapılan kötü işlemler. Daha önce Arapların yoğun olarak geldiği dönemde yapılan bu işlemler maalesef ülkemizin adını da kötüye çıkardı ve bu turistler İran’a yöneldi. Öte yandan Ruslar da estetik açısından ülkemizi tercih ediyor. Ancak saç ekimi alanını henüz keşfetmediler diyebiliriz.” Şeklinde konuştu.

Sektörde hastaneler ve personele düzen getirilmeli.

Sektördeki aksaklıklara dikkat çenek Alcı,” Para kazanılıyor diye herkes saç ekimi yapıyor ama henüz hastaneler ve personele bir düzen getirilmedi. Kötü sonuçlar sağlık turizmine zarar veriyor. Saç ekimi personeli eğitilmeli ayrı bir branşta değerlendirilmeli. Dil eğitimleri mutlaka alınmalı. Yabancı hasta ayrı bir özen istiyor, bu göz ardı edilmemeli. Bu düzen tam olarak oturmadı. Saç ekiminde denetimsizlik ve merdiven altı işler bu büyüyen sektöre darbe vuruyor. Saç kayıpları insanlarda ciddi bir telaşa neden oluyor. Bu da acele davranıp yanlış girişimlerde bulunmalarına neden olabiliyor. Kimi eczaneden dökülmeye karşı ilaç ve şampuanlar alırken kimi de aktara gidip bakım yağları hazırlatıyor. Birçok kişi de doktora başvurmak yerine ruhsatsız çalışan klinikler ya da kuaför veya güzellik salonlarında saç ektiriyor. Saçla ilgili görüşmeler pazarlamacı değil hekimle yapılması gerekirken internette her görülen numaraya basıp körü körüne gidilen merkezlerde birçok sorunlar yaşandığını biliyoruz. Sağlık Turizmi ülkemizin en büyük ekonomik değerlerinden biri… Elbette hastanelerimizin standartları hekimlerimizin tecrübesi ülkemizi bu konuda daha da çekici kılıyor. Fiyat politikası dışında bizi cazip kılan da bu özellik. Bu yüzden Dünyanın her tarafından her konuda hastalar ülkemize geliyor. Saç ekimi basit bir olay değil. Mutlaka hastane ortamında ve uzman plastik cerrahlar ya da dermatologlar eşliğinde yapılmalı. Aksi halde çim adama dönülebilir.” ifadelerini kullandı.

Dünyada moda olan her şey direkt sektöre yansıyor.

 Sektörün trendlerine de değinen Songül Alcı,” Dünyada artık fiziksel moda diye bir gerçek var. Böyle bir algı oluştu ve insanlar ister istemez kendilerini buna uymak zorunda hissediyor. Her yerde bakımlı kadınlar bakımlı erkekler görüyoruz. İnsanlar görünüşlerine inanılmaz özen gösteriyorlar. Eskiden ünlüler bunu yapardı. Ama günümüzde ünlü ünsüz herkes dış görünüşe yatırım yapar hale geldi. Erkekler saç ektiriyor, sakal ektiriyor. Yetmedi yüzüne dolgu, botox ya da farklı gençleşme işlemleri yaptırıyor. Kadınlar da hormonal ve stres faktörlerinden dolayı çok fazla saç kaybı yaşamaya başladı. Onlar da saç ektiriyor, kaş ektiriyor. Çoğu zaman ailecek gelmiş insanları görüyoruz. Çok enteresan anneler oğullarını alıp saçını ektirmeye geliyor. Bu talep iyi, güzel ama burada bize düşen görev büyük. Hizmet ve işlem kalitesini en üst seviyede tutmamız lazım. İnsanların beklentilerini karşılamamız lazım. İz merkez olarak buna fazlası ile dikkat ediyoruz. Ancak Türkiye çapında tüm merkezlerde en süt seviyede bir kalite politikasının düzenlenmesi lazım.” dedi.



GEBELİKTE RUTİN TESTLER HAYATİ ÖNEME SAHİP…


Gebelik kadınların en özel dönemlerinden biri. Hem annenin hem de bebeğin sağlıklı olarak bu süreci tamamlaması için ise hamilelik süresince uygulanan rutin gebelik testleri hayati öneme sahip.  Ay ay yapılması gereken bu testlere yönelik tüm detayları Medigold Sultan Hastanesinden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Ayşe Serçin Külsoy anlattı.


“İLK 3 AYLIK RUTİN TESTLER
Gebeliğin ilk 3 ayında yapılması gereken rutin gebelik testleri var. Çünkü bunlar ne kadar erken yapılırsa, bir hastalık varsa tespit edilip ona göre ilacı veriliyor ve bebeğin bundan etkilenmesi önlenmiş oluyor. Bunların en önemlileri kan sayımı, şeker testleri, hepatit testleri, guatr testleri ve karaciğer enzimleri. Bunlar olmadan gebeliğin sağlıklı devam etmesi mümkün değil. Bir de idrar tahlili yapıyoruz ki, iltihap varsa onu tedavisini verelim diye.

2’Lİ VE 3’LÜ TESTLER
3’üncü aydan sonra 11-14 haftalar arasında halk arasında zeka testi diye bilinen ikili test ve 16-19’uncu haftalar arasında da halk arasında yine zeka testi diye bilinen 3’lü test var. Ama bunlar zorunlu testler değiller. Çünkü yapıldığında tedavi edilmesi diye bir şey söz konusu olmadığı için bunu hastalara sorup tercih ediyorlarsa yapıyoruz. Eğer varsa, testte bir risk çıkarsa, ayrıntılı ultrasona ve anne karnından su alınmasına gidiliyor. Eğer orada bir patoloji çıkarsa da hastanın tercihine göre bebeği aldırma alternatifi veriliyor yasalar dahilinde. Hasta istemezse de bilerek devam etme tercihine sahip olabiliyor. Anne karnından su alınması işleminde bebeği kaybetme riski yüzde 1’dir. Çünkü bu işleme çok basit iğne ile girilip 15-20 cc kadar sıvı alınan ve sonrasında hastanın günlük aktivitesine döndüğü bir işlemdir. Ancak biz yine de ilk gün annenin bir iş yapmamasını ve bol sıvı almasını öneriyoruz. Herhangi ekstra bir tedaviye gerek duyulmayan bir işlemdir. Ama karşılığında bize genetik olarak bebeğin cildinden dökülen bebeğe ait hücreleri taradığımız için gerçekten bir anomali varsa; Down sendromu gibi ya da zeka özürlü bir hastalık varsa direkt bebekten hücre alıp tanı koyabiliyoruz. O açıdan çok önemli. Ancak bu testler zorunlu gruba girmiyor.

AYRINTILI ULTRASON
20’inci haftadan sonra bütün hastalardan ayrıntılı ultrason istenir. Ayrıntılı ultrason zorunlu testlerdendir. Çünkü orada kafa içerisinde, kalbinde, karnında, midesinde herhangi bir yerinde bir anomali var mı tespit ediyoruz. Özellikle kalp anomalileri çok erken tanı gerektiren ve erken müdahale edilirse tedavi imkanı doğan anomaliler. Örneğin çocuğun kalbinde delik olduğu bilinirse biz bunu doğduğu ilk günden itibaren çocuk doktoruna teslim ediyoruz. Hemen gerekli müdahalesi ve ameliyatı yapılarak bebek kurtulabiliyor bu sayede. Ancak biz bunu tespit edemezsek anne “bebek morarıyor, az emiyor, çok emiyor ya da bu bebek niye bu kadar çok uyuyor” diye tespit edene kadar bir buçuk 2 ay geçiyor ve sonra zaten iş işten geçmiş oluyor. Bu yüzden özellikle büyük anomalilerde önemli ayrıntılı ultrason, mutlaka öneriyoruz.

ŞEKER YÜKLEMESİ
7’inci ayda şeker yükleme testi var. Şeker yükleme testinde biz kadın doğumcular zorunlu diyoruz. Bütün hastalara şeker yüklemeyi söylediğimizde hastalar “hayatta yaptırmam, bebeğe çok zararlı” diyorlar. Çünkü şöyle düşünüyorlar. Şeker yüklendiğinde bebeğe 5 litrelik damacana ile şeker verileceğini sanıyorlar. Halbuki olay öyle değil. Yüklenen şeker miktarı 50 gramlık yüklemede toplam 2 baklava şekeri kadar, 75 gramlık yüklemede toplam 3 baklava şekeri kadardır. Bunu hiç vermesek çok daha iyi olur aslında. Ama hastalar o kadar çok tatlı tüketiyorlar ki, bizim kültürümüzde var bu. Aşure, hurma, pekmez, fındık ezmesi… Bu kadar çok şekerli besin tüketen bir hastada eğer gizli şeker varsa ve siz o hastayı taramazsanız o bebek genetik olarak diyabet hastalığı ile kodlanıyor. 

O yüzden hastalar her gün mutlaka her türlü tatlıyı tüketiyor ama şeker yüklemeye gelince “bebeğime zararlı” diyorlar. Halbuki ben de diyorum ki” keşke hiç yemeseniz de biz de hiç yaptırmasak bu testi.” Ama toplumdaki en sık görülen hastalık bu ve çocukları tehdit ediyor. Bizim alternatifimiz şu. Hastanın ailesinde diyabet var mı buna bakıyoruz. Diyabet yoksa, hasta zayıfsa, kilo alımı iyi gidiyorsa, açlık şekeri hemoglobin A1C’si iyiyse, uyumlu ve diyeti anlayan uygulayan bir hastaysa o zaman diyorum ki; 3 günlük açlık tokluk şekeri takibi yapalım. Bakalım normal hayatta nasıl gidiyor. O hastalarda bunu yapabilirsiniz. Ancak hastalarımız çok kiloluysa, 20’li yaşlarda 3’üncü ya da 4’üncü gebelikse ve tatlı yemeye çok düşkünse bu hastayı gözden kaçırmamamız gerekiyor. Anneyi gözden kaçırmak demek çocuğu da gözden kaçırmak anlamına geliyor. Bu tüm nesli etkileyecek bir şey. Test yapılırsa 24-28 hafta arasında yapılabiliyor. 30 haftaya kadar da uzayabiliyor bu süre. Bu da zorunlu bir test.

SON AY TESTLERİ
Son aya gelince son ayda biz mutlaka o ilk aylardaki kan sayımı, ferritin düzeyi, B12, tiroid testleri gibi testleri tekrar istiyoruz. Çünkü doğuma 1 ay kalmıştır. Hastanın kanı düştü ise bizim için doğumda kan kadar önemli hiçbir şey yoktur. Bütün kadınlar kan ilacını çok düzenli kullanmalı çünkü doğumda kan çok önemlidir. Eğer kadın kanı düşük bir şekilde doğuma girerse olumsuz etkilenebiliyor. 5’inci aydan sonra kanı çok iyi olan kadınların bile kanın düştüğünü görüyoruz. Çünkü bebek büyüdükçe anneden daha çok demir almaya başlıyor. Eğer kadın kan ilacı kullanmazsa doğumda 1 buçuk 2 litre kadar da kanıyor. Bu da anneyi kan kaybına bağlı şoktan kaybetme riskini doğuyor ya da en basitinden kan takma zorunda kalıyoruz. Kan takmanın da bilenen ve bilinmeyen olası ayrı riskleri var. Dolaysı ile kadın mutlaka kan ilacı kullanmalı. Ve bütün bu testleri doktorunun gözetiminde yapmalı.

Kan ilacını çok derin bir kansızlığı yoksa genelde 16-18 haftadan sonra başlıyoruz ve doğuma kadar düzenli kullanmasını istiyoruz. Genelde düzenli kullanırsa belli başlı kansızlık tipleri haricinde kan yükselir. Mecbur kaldığımızda kan iğnelerine geçiyoruz. Hastanın kan iğnesini istemediği durumlarda mecbur kalırsak kan serumu dediğimiz küçük, demir içeren serumlar var onları takabiliyoruz. En son olarak mecbur kaldığımızda kan takıyoruz ancak bu da istemediğimiz bir şey. Hastalar ilaç sevmiyor. Hep bir kanı var “pekmez yersem kanım yükselir” diye. Pekmez kesinlikle kanı yükseltmiyor. Sadece şekeri yükseltiyor.
Bir de artık d vitamini damlalar var. Bunlar zorunlu ilaçlardır. D vitamini damlalarda gebelikte 9-10 damla ile başlanıp hastanın D vitamini seviyesine göre 20 damlaya kadar düzenli kullanmak koşulu ile doğuma kadar hatta kongrelerde doğumdan sonra 3 ay daha kullanılmalı diye söyleniyor. Onların da kullanımı zorunludur.


Son ayda hastaları, bir haftada bir mutlaka NST’ye alıyoruz. NST karından bebeğin kalp atışlarının yazdırıldığı EKG gibi bir cihazdır. Onunla da haftada bir bebeğin iyilik halini değerlendiriyoruz annenin de doğum ağrıları başlamış mı, ciddi bir kasılması var mı yok mu anlayabildiğimiz basit bir test.”

BANU PARLAK VE AZİZ KİRAZ STALK NİŞANTAŞI'NI SALLADI…


Sosyal medya fenomeni ve son zamanlarda müzik dünyasında yaptığı başarılı çalışmalarla yıldızı parlayan Banu Parlak ile O Ses Türkiye yarışmasında kısa sürede şöhrete kavuşan Aziz Kiraz aynı sahnede buluştu. Banu Parlak “Narin Yarim” ve “Dura Dura” parçalarını seslendirirken Aziz de internette tıklanma rekorları kıran “Efso” parçasını seslendirdi. Stalk Nişantaşı adlı mekanda sahne alan ve mekanı hınca hınç dolduran iki ünlü isim müzikseverleri kendilerine hayran bıraktı.




“Narin Yarim” ve “Dura Dura” parçalarını yeniden uyarlayarak yaptığı single albümlerle elde ettiği başarının ardından keyfinin yerinde olduğu görülen Banu Parlak anlamlı bir sosyal sorumluluk projesine de imza atmaya hazırlanıyor.
 Banu Parlak “Savaşın Sonu Yok” isimli single albümünün tüm gelirini savaş mağduru mülteci çocuklara bağışlayacağını açıklamıştı. Bu anlamlı projeye bir destek de Stalk Nişantaşı’ndan geldi. Mekanın işletme müdürü Samet Zorlu projeye destek verdiklerini açıkladı.
Başarılı şarkıcı, “Savaşın Sonu Yok” şarkısının klibini Hatay’daki mülteci kampında çekeceklerini belirterek çok heyecanlı olduğunu açıkladı. 





21 Aralık 2017 Perşembe

DOĞAL VE GÖZ ALICI BİR GÜZELLİK İÇİN PRP…


PRP (Platelet Rich Plasma) son yıllarda dermatolojide en sık kullanılan cilt yenileyici kozmetik uygulamalardan biridir. İnsan derisi yaşlanma, güneş ışığı, hava kirliliği, kimyasal ve toksik maddeler, sigara gibi olumsuz etkenlere karşı kendini korumak için sürekli bir mücadele içindedir. Deri bu koruma ve genç kalma mücadelesi için kanda bulunan bazı onarıcı ve yapılandırıcı temel maddelere ihtiyaç duyar. Kan dolaşımından bu temel maddeler yeterli miktarda cilde ulaşmazsa, ortaya kırışıklık, sarkma, lekelenme gibi istenmeyen ve kişiyi yaşlı gösteren belirtiler çıkar. İşte PRP bu temel maddeleri direkt olarak cilde taşımaya yönelik bir uygulamadır.


PRP yöntemi ile ilgili tüm bilinmesi gerekenleri Dermatoloji Uzmanı Dr. Nurcan Arzuhal Afşar anlattı.

PRP Tedavisi Nasıl Uygulanır?

Kişiden alınan bir miktar kan, laboratuvarda özel bir işlemden geçirilerek, cildin yenilenmesini ve yapılanmasını sağlayan büyüme faktörlerinden zengin kısmı ayrılır. Elde edilen materyal cilde küçük iğnelerle enjekte edilir. Kanın hazırlanması ve uygulanması için genellikle 30-45 dakikalık bir süre yeterli olmaktadır. PRP tedavilerinde ortalama 2-3 haftalık periyotlarla 3-6 seanslık uygulama programları düzenlenir. İlk veya ikinci uygulamadan 3-4 hafta sonra belirgin etki görülmeye başlanır. Sağlanan iyilik hali yaklaşık 12 ay devam eder, bu nedenle elde edilen sonucun korunması için, uygulamayı yılda bir tekrarlamakta fayda vardır.

PRP Tedavisinin Yan Etkileri Nelerdir?

Uygulanan malzeme kişinin kendi kanından elde edildiği için, bulaşıcı hastalıklar veya alerjik reaksiyonlar açısından herhangi bir yan etki oluşma ihtimali yoktur. Yalnızca işlem esnasında ortaya çıkan ve birkaç saat içinde gerileyen kızarıklıklar oluşabilir.

PRP Tedavisi Kimlere Uygulanmamalıdır?

Bu tedavi aktif kanser hastalarına, kanda platelet sayısı yetersiz olanlara ve hamile kadınlara uygulanmamalıdır.

PRP Tedavisi Hangi Durumlarda Uygulanır?

Ciltteki leke, kırışıklık ve sivilce izlerinin tedavisinde, saç dökülmelerinde, kronik yaraların iyileştirilmesi ve yara izlerinin tedavisinde, cilt çatlaklarının tedavisinde, cildin canlandırılması, daha gergin ve parlak hale getirilmesinde, kol, bacak ve koltuk altı sarkmalarının düzeltilmesinde, ellerdeki çatlama, kırışıklık ve yaşlanma belirtilerinin tedavisinde, boyun ve dekolte bölgesindeki kırışıklık ve sarkmaların tedavisinde sıkça kullanılmaktadır. Genellikle sonuçları büyük oranda memnuniyet verici ve yüz güldürücüdür.

PRP ile Cilt Yenileme.

Cildin yaşlanması, çökmesi ve sarkması cilt altında bulunan kollajen ve elastin liflerin oluşturduğu destek dokusunun üretiminin azalmasına ve kaybına bağlıdır. PRP uygulaması ile cilde enjekte edilen büyüme faktörleri bu kollajen ve elastin liflerinin yeniden üretilmesini ve yapılanmasını sağlar. Böylelikle cilt daha esnek, daha gergin, daha parlak, daha sağlıklı ve daha genç görünür.

PRP ile Leke Tedavisi.

Genetik faktörler, çevresel faktörler, güneş ışığı, sigara gibi etkenler cilt hücrelerinde hasar oluşmasına ve hücrelerin kendini yenileme yeteneğinin azalmasına sebep olmaktadır. Bunun sonucunda da deri üzerinde istenmeyen ve hoş görünmeyen birtakım lekeler ortaya çıkmaktadır. PRP uygulaması, hücresel hasarın onarılması ve hücre yenilenmesi için cildin ihtiyaç duyduğu maddeleri cilde yeniden kazandırır. Böylelikle hem oluşmuş problemler çözüme kavuşmuş olur, hem de gelecekte oluşabilecek problemlere karşı cildin savunma gücü arttırılmış olur. PRP leke tedavisinde tek başına veya roller, mezoretapi, peeling, laser gibi diğer tedavi yöntemleri ile kombine şekilde de kullanılabilir.

PRP ile Saç Tedavisi.

PRP saç dökülmesinin durdurulmasında, zayıflamış ve cansızlaşmış saç köklerinin canlandırılmasında ve saç hacminin arttırılmasında oldukça başarılı bir yöntemdir. Sağlıklı saçlara sahip olmanın yolu saç köklerinin sağlıklı bir şekilde beslenmesinden geçer. Genetik durumlar, çevresel faktörler, dolaşım bozuklukları, sigara, yaşlanma gibi faktörler saç köklerinin beslenmesinin bozulmasına yol açar. PRP ile saç tedavisi, bu olumsuz koşulların yarattığı saç dökülmesi, yağlanma, kepeklenme gibi sorunların, kandaki onarıcı faktörlerin doğrudan saç köklerine transfer edilmesiyle ortadan kaldırılması esasına dayanır. PRP tedavisi ile saç problemlerinde son derece tatmin edici sonuçlar elde edilmektedir.

PRP ile Cilt Çatlaklarının Tedavisi.


Cilt çatlakları gebelik, aşırı kilo alma, ergenlik döneminde hızlı büyüme gibi durumlara, derinin kısa süre içinde adapte olamaması ve gerilmeye karşı duramaması sebebiyle oluşmaktadır. Bu durumlarda çatlağa neden olan esas yırtılma ve doku kaybı cilt altındaki destek bağ dokusunda oluşmaktadır. PRP tedavisi ile uygulanan büyüme faktörleri, bağ dokusundaki bu hasarın onarılmasını ve cilt altı dokusunun yeniden eski gücünü ve esnekliğini geri kazanmasını sağlar. Bilindiği gibi cilt çatlaklarında herhangi bir tedavi ile tam düzelme elde etmek mümkün değildir. Fakat PRP ile iyileşme oranları oldukça yüksektir ve kozmetik sonuçlar genellikle hastaları memnun edecek düzeyde olmaktadır.



SAAT TUTKUNLARINA YILBAŞININ EN GÖRKEMLİ HEDİYESİ “ULYSSE NARDIN”


Yeni yıla sayılı günler kala birbirinden ünlü markalar en özel hediyelerle yarışıyor. Dünyaca ünlü saat markası Ulysse Nardin ise ödüllü Marine Regatta modeli ile spor saat severlere yılın en görkemli hediyesini sundu. Tekne yarışçıları için özel olarak tasarlanan saat göz dolduran teknik özelliklere sahip.


Tekne yarışçıları için 100 metreye kadar suya dayanıklı olarak tasarlanan modelde komplike pek çok özellik de bir araya getirilmiş. 1 ile 10 dakika arasında ayarlanabilen geri sayım sayacına sahip modelin sofistike makinesi sayesinde saniye kolunun önce saat yönünün tersinde sonra da saat yönünde hareket etmesi sağlanmış. Bu özellik de yarışçılara önce geri sayımı sonrasında ise yarış süresini takip edebilme şansı veriyor.


Marine Regatta, İsviçre saat endüstrisinin en önemli ödül töreni sayılan ve bu sene Theatre du Léman’da düzenlenen 17’inci Grand Prix d’Horlogerie de Genève (GPHG) töreninde Spor Saat Ödülü’ne layık görüldü.

MEME KANSERİNDE ERKEN TANI HAYATİ ÖNEME SAHİP…


Bilinenin aksine meme kanseri sadece ileri yaş kadınları etkilemekle kalmıyor. En sık 50 yaş civarı kadınlarda görülmekle birlikte tüm yaş grubunu etkileyebiliyor. Nadir de olsa bazı durumlarda erkeklerde de görülürken, gebelik sırasında da meme kanseri ortaya çıkabiliyor. Meme kanserinde korunmada ise erken tanı hayati rol oynuyor.

Konu ile ilgili Medigold Sultan Hastanesinden Radyoloji Uzmanı Dr. Mustafa Devran Aybar önemli bilgiler aktardı.


“Meme kanseri tüm dünyada toplum sağlığını tehdit eden önemli sorunlardan biridir. Avrupa Birliği'ne üye 28 ülkede 2012 yılında saptanan yeni vaka sayısı 361 bin 608 iken, bu rakamın 2015 yılında 373 bin 733'e çıktığı (+ yüzde 3.4) tahmin edilmektedir. 2015 yılında meme kanserine bağlı ölüm oranında yaklaşık yüzde 4.1 artış görüldüğü tahmin edilmektedir. Meme kanseri, hayatı boyunca her 8-10 kadından birisini etkilemektedir. Bilinenin aksine meme kanseri sadece ileri yaş kadınları etkilememekte; en sık 50 yaş civarı kadınlarda bulunmakla birlikte tüm yaş grubunu etkileyebilmektedir. Nadir görünen bazı durumlarda da; erkeklerde, gebelik sırasında da meme kanseri ortaya çıkabilir. Meme kanseri konusunda farkındalığın gelişmesi, tarama yöntemleri ile erken tanı konması ve tedavi yöntemlerindeki gelişmeler nedeniyle, meme kanserinden ölümler, geçtiğimiz yıllara göre belirgin azalma göstermektedir.
Kanserli kitleler genel olarak sert, hareketsiz, düzensiz kenar konturlu, yüzeyi pürüzlü dokular olarak ortaya çıkar. Ayrıca meme kanseri koltuk altına ve uzak organlara yayılım yapmışsa, muayenede bu bulgular da tespit edilebilir (koltuk altında ele gelen şişlik, meme başında büyüme ve meme başında kanlı akıntı, çekinti gibi).
Erken tanı için düzenli kontrol ve muayene şart.
Erken tanı düzenli kontrol ve meme muayenesi ile başlar. Radyolojik tetkikler ise erken tanıda önemli görüntüleme yöntemleridir;
- 20 yaşından itibaren adet döneminin bitiminde kendi kendine meme muayenesi (ayda bir kere)
- 20-30 yaşından itibaren doktor tarafından yapılacak klinik meme muayenesi (1-3 yılda bir) ve gereklilik halinde USG inceleme
- 40 yaşından itibaren doktor tarafından yapılacak klinik meme muayenesi ve mamografi (yıllık)
ULTRASONOGRAFİ (USG)


- Radyasyon etkisi yoktur. Gebelerde de güvenle uygulanır.
- Genç kadınlarda, yoğun meme varlığında, mamografide saptanan lezyonların değerlendirilmesinde, fibrokistik meme yapısında ultrasonografi gündeme gelir.
DİJİTAL MAMOGRAFİ (MG)
- Mamografi memenin 2 planda görüntülenmesini sağlar.
- Alınan radyasyon dozu çok düşüktür.
- Dijital mamografinin tanısal değeri özellikle 50 yaş altı ve yoğun meme yapısı bulunan kişilerde konvansiyonel mamografi cihazına göre daha yüksektir.
- Kanser taraması 40 yaşında başlar, senelik mamografi ile yapılır. Ailede meme/yumurtalık kanseri varlığında ve bazı özel durumlarda taramaya daha erken yaşta başlanır.

Ayrıca gerekli durumlarda ileri görüntüleme yöntemi olarak meme MRG ve Radyoloji Uzmanı tarafından lokal anestezi eşliğinde yapılan meme biyopsisi (ince iğne-kalın iğne(tru-cut) veya vakum biyopsi) yöntemlerine başvurulabilir."


11 Aralık 2017 Pazartesi

DİYABETİN DAMAR SAĞLIĞINA ETKİSİ VE DİYABETİK AYAK...


Ömür boyu kişiyi pençesine alan şeker hastalığı korkutucu boyutlara ulaştı. Son araştırmalarda ise Türkiye’nin şeker hastalığında en hızlı yayılan ülke olduğu yayınlandı. Son veriler Türkiye’de kayıtlı 7 milyondan fazla şeker hastası olduğunu belirtiyor. Bu hastaların hayatları boyunca en az 1 kere diyabetik ayak olma olasılığı ise yüzde 15. İstinye Üniversitesi Liv Hastanesi Das Yaşam Merkezi Direktörü Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko, Diyabetik ayak ve ampütasyonlarla ilgili bilinmesi gerekenlere dair çarpıcı bilgiler verdi.





*Diyabet nedir?

Halk dili ile şeker hastalığı olarak bildiğimiz diyabet, pankreas tarafından salgılanan insülin hormonunun eksikliği veya bu hormonun etkisiz kalması sonucu oluşan ve kan şekerinin yükselmesine neden olan bir hastalıktır.  İnsülin hormonunun tamamen eksik olduğu ve insüline bağımlı bir yaşam süren şeker hastaları tip 1 diyabet vakaları arasında yer almaktadır. Bu vakalar çocukluk ya da genç yaşlardan itibaren görülür ve sürekli insülin desteği ile yaşamlarını sürdürürler. İnsülin direnci olup insüline bağımlı olmayan hasta grubu ise tip 2 diyabet vakaları arasında yer almaktadır. 30’lu yaşlardan sonra diyabetin göründüğü bu hastalar ise ilaç tedavisi ve diyet programları ile yaşamlarını sürdürürler. Bu programlara uymamaları ve hastalığı önemsememeleri durumda ileriki dönemlerde onlar da insülin kullanmak durumunda kalabilirler.

*Vücudu nasıl etkiler?

Sağılığımız açısından önemli olan besinlerin enerjisinden diyabet hastaları faydalanamıyor. Bu durum da zamanla çeşitli organlarda tahribata neden oluyor, kişiyi yormakla kalmıyor organları da çabuk yaşlandırıyor. Sinir iltihapları ile beraber ayaklarda yaralara, böbrek hastalıklarına, kalp ve damar hastalıklarına, yüksek tansiyona davetiye çıkarıyor. Bu yüzden diyabet hastalarının hastalığı ile yüzleşmesi ve hekim tarafından veriler tedavileri harfiyen uygulaması hayati önem taşıyor. 


*En çok hangi organlar bu hastalıktan etkilenir?

Halk arasında en yaygın bilineni göz sorunlarıdır. Önce iyi görememe ile başlar tedbir alınmazsa körlüğe kadar gider. Bunu damar sertliği takip eder. Her şeker hastası damar sorunu yaşar diye bir kuralımız yok ancak bu hastaların rutin kontrollerinde mutlaka damar muayenesi de yaptırmaları gerekir. Çünkü şeker hastaları damar sorunları karşısında daha zor mücadele veriyor. Kalp damarlarını, bacak damarlarını ve şah damarını kombine olarak muayene ettirmesi gerekiyor. Çünkü damar sertliği kalpte başlamışsa, bacak ve boyun damarında da görülme olasılığı yüksek bir hastalık. Diğer taraftan nöropati dediğimiz sinir iltihapları da şeker hastalarının korkulu rüyası. Bunlar zamanında tespit edilmezse, kangren ve buna bağlı uzuv kayıpları yaşanabiliyor maalesef. Ayrıca böbrek yetmezliği ve enfeksiyon hastalıkları da şeker hastalarını tehdit eden önemli faktörler arasında.

*Diyabet hastalarının hastalığın etkilerinden kurtulmak için yapmaları gerekenler nelerdir?

Verilen tedavilere harfiyen uymaları, düzenli egzersiz ve diyet eşliğinde uygun beslenmeleri, rutin kontrollerini ihmal etmemeleri, ayaklarını sık sık kontrol edip nemlendirmeleri onları olası risklerden koruyacaktır. En önemlisi ise hastaların bu durumu kabul edip hayatlarına düzen kelimesini yerleştirmeleridir. Ömür boyu süren bu hastalıkta düzen olursa kişi kaliteli bir sosyal yaşam sürer.

*Bir diyabet hastası hangi rutin kontrolleri yaptırmalıdır?

Öncelikle evde kan şekeri takiplerini doktorunun önerdiği şekilde yapması ve aksatmaması gerekir. Özellikle kontrolsüz şekeri olan insülin kullanan hastaların her öğün şekerine bakması gerekir. En az haftada bir kere tansiyon kontrolü yaptırması gerekir. Ayrıca en az 3 ayda bir kan glikoz düzeyi testleri ile böbrek fonksiyon testlerini, idrar testlerini yaptırmak zorundadırlar. Ayrıca yılda en az 1 kere göz ve diş muayenelerini yaptırmaları gerekir. Ayaklarında nöropati başlamışsa her akşam nemlendirici kremle masaj yapmalılar, ayakta kuruma ve yara olup olmadığını kontrol etmek zorundalar. Bu kontrollerle birlikte 50 yaş ve üzeri her şeker hastası kalp, bacak ve boyun damarlarını da kontrol ettirmesi gerekir.

*Diyabetik ayak nedir?

Şeker hastalarında özellikle nöropati sonrası ayaklarını hissetmedikleri ve düzgün basamadıkları için ayak tabanlarında yaralar ve nasırlar oluşur. Bu nasırlar çok çabuk enfeksiyona dönüşür. 

Diyabet hastalarında mutlaka damar tıkanıklığı olması gerekmiyor. Damarı açık olduğu halde bacağını kalçadan kaybeden şeker hastaları var. Bu bölgede çok ciddi enfeksiyon oluştuğunda, özellikle geç kalınması ile kana karışıyor ve sepsis dediğimiz ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Dolaysıyla diyabetik ayak özellikle kontrolsüz şekeri olan hastalarda nöropatiye bağlı ayaklarda ciddi enfeksiyonların oluşmasına ve buna bağlı kangrenler gelişmesi ile kendini gösterir.

*Türkiye’de diyabet hastalığında hastaların diyabetik ayak sorunları atlanıyor mu?

Diyabetik ayak sorunları uğraştırıcı vakalardır. Hastalar da genelde önemsemedikleri ya da geç fark ettikleri için atlayabiliyor. Çünkü ağrı hissetmiyorlar. Fark etseler bile basit bir tırnak batması ya da basit bir nasır düşüncesi ile üstüne düşmüyorlar. Zamanla bu yara büyüyor ve ciddi bir enfeksiyon halini alıyor. Bu sefer hastaneye başvurduğunda eğer konunun ehli bir hekime başvurmadı ise ağızdan antibiyotiklerle tedaviler öneriliyor. Zahmetli bir iş olduğu için açıkçası çok da ilgilenilmeyen bir iş diyebiliriz. Diyabetik ayakla uğraşmak lazım. Dolaysıyla bazen hasta bazen de hastane atlayabiliyor. Bu hastaların şekerleri de kontrol altında değil. Şeker ayağındaki yarayı kötüleştiriyor yara da şekeri tetikliyor. Bu da hastayı çürütüyor. Bunun sonucunda sepsise gidiyor ve hayati tehlike başlayabiliyor. Hasta, hasta yakını ve hastanenin de bu konuda çok duyarlı olması gerekir. Basit bir şeker yarası bazen çok komplike hale gelebiliyor ve bacağın kesilmesine kadar gidebiliyor. Bu da hem sosyal, hem ekonomik kayıplara neden olabiliyor. 

*Şeker hastaları üzerlerine düşen kuralları yerine getiriyorlar mı?

Getirmiyorlar çünkü düzenli yaşamıyorlar. Diyete uyulmuyor, egzersiz yapılmıyor, sigara tüketiliyor. Bu insanların ayaklarını saklamalarındaki en büyük neden düzensiz yaşamlarının deşifre olmasıdır. Kendi çocuklarından bile korkan insanlar. Son çare olarak ayak kokmaya başlayınca ailenin bunu fark etmesi ile doktora başvuruluyor.

*Kesilmesi gereken ayak ne demektir?

Enfeksiyon kemiğe kadar işlemiş ve dokuları öldürmüşse, tamamen morardıysa, ödem ve kokulu akıntı oluşmuşsa ayak kesilir. 

*Bu tarz durumlarda ( kazalar dışında ) ampütasyonları kimler gerçekleştirmelidir?

Diyabetik ayak damar cerrahisinde çok önemli bir konudur. Maalesef Türkiye’de diyabetik ayak vakaları üvey evlat muamelesi görüyor ve genellikle bacağın kesilme kararından sonra ampütasyon için ortopediye yönlendiriliyor. Bunun doğrusu ise; gerek seviye belirlemede, gerek yapılacak ampütasyonda damar cerrahı rol almalıdır ve her damar cerrahı bunu bilmek ve kabul etmek zorundadır. Bu iki sebeptendir. Birincisi damar cerrahı dokunun ağladığını görür ve buna göre müdahale eder. Ortopedide ise travmatik ampütasyon turnike aracılığı ile yapılır ve kan görülmez.  Ama damar tıkanıklığına bağlı hastalarda bu işlem damar tıkanıklığına müdahale ve gerekirse ölü kısmın alınması şeklinde olur. Turnike koymadan yapılır ve kesilen yerdeki kanlanma takip edilir. Buna göre de seviyenin mümkün olduğu kadar en alta çekilmesine çalışılır. Öte yandan Diyabetik ayak poliklinikleri mutlaka bir damar cerrahının kontrolünde olmalı. Bizde diyabetik ayak polikliniği benim kontrolümde faaliyet gösteriyor.

*Alkol ve sigaranın diyabetik ayak riskini arttıran yönü var mıdır? 

Alkolün şekere ve diyabete negatif etkisi var sigara ise daha çok damar sertliğini tetikler. Birlikte kullanımı genelde bahsettiğimiz kötü sonuçları tetikler.

*Şeker hastalarının ayakları konusunda tavsiyeler neler? 

- Ayakları asla kuru kalmamalı.

- Nemlendirici kremle her gün bakım ve masaj yapılmalı.

- Tırnak kontrolü ve kesimi çok önemlidir.

- Dar ve sıkan ayakkabılardan kaçınmak gerekir.

- Sıkan çoraplar kullanılmamalı.

- Yaralar var ise düzgün pansuman yapılmasına dikkat edilmeli.

- Ufacık bir yara dahi olsa mutlaka önemsemeliler.

- Yılda bir kere dahi olsa damar muayenesi olmalılar.

*Diyabetik ayak sorunu kadınlarda mı erkeklerde mi daha çok görülür? Hangi cinste daha etkili oluyor?

Her cinste görülebilir. Östrojen hormonu menopoza kadar kadına yardımcı oluyor. Menopoz sonrası çok daha agresif seyrediyor ve damar sertliği çok hızlı seyrediyor. Erkeklerde 5 adım gidiyorsa kadınlarda 50 adım daha hızlı gidiyor. Yaşlı ve genç erkelerde ise kontrolsüz şeker her zaman sorundur ancak genç yaştaki erkeklerde daha komplikedir. Diyabetik ayak anlamında yaşlı nüfusta ise kadın erkek farkı yoktur. Herkeste aynı şiddetle belirlenir.

* Uyguladığınız tekniğiniz nedir?



Minimal İnvaziv Damar Cerrahisi tekniğini kullanarak pek çok farklı yöntemle müdahale ediyoruz hastalara. Hasta grubumuz şeker hastalığının yanında aynı zamanda böbrek, tansiyon, kalp, akciğer rahatsızlığı gibi pek çok hastalığı da aynı anda yaşıyor. Onları bu teknikle standart cerrahinin risklerinden uzak tutmayı başarıyoruz. 

Uyguladığımız yöntemlerde multisipliner bir tedavi ve ekip var. İşlemi yapan hekim olarak Damar Cerrahı, Enfeksiyon Hastalıkları Doktoru, Endokrin Doktoru, Plastik Cerrah, Kardiyolog gibi uzmanlar eşliğinde gerçekleşiyor tedaviler. Çünkü bunlar risk grubundaki hastalar ve aynı zamanda birçok rahatsızlığı aynı anda yaşıyorlar.

Öncelikle damarın çapı ne olursa olsun kanalı olan her bölgeye Bypass yapabiliyoruz. Fakat şeker hastalarında genelde Bypass şansımız düşük oluyor, çünkü bu hastalarda kılcal damarlar tamamen kuruyor. Bunu yapamazsak lokal anestezi ile damarın içindeki kireçleri küçük kesiler açarak temizliyoruz. Ayrıca atar damarların içine özel ilaçlar veriyoruz. Bununla da kurtaramazsak aynı seansta gerekirse amputasyon yapıyoruz. Amputasyonda parmaklardan ya da en kötüsü topuktan kurtarmaya çalışıyoruz. İlerleyen zamanda burada bir açıklık olması durumunda Hiperbarik Oksijen Tedavisinden faydalanıyoruz. Doku kaybı oluşumlarında ise Plastik Cerrahlardan faydalanıyoruz. Plastik Cerrahın da doku nakledememesi durumunda Epiteryal Büyüme hormonu denilen hormonu direkt yaraya enjekte ediyoruz. 

* Bu sorunun giderilmesi için önerileriniz nelerdir?

Erken tanı ve tedavi bu hastalarda çok çok önemli. Her şeker hastası ayağını mutlaka her gün kontrol etmeli. Şikayeti olsun ya da olmasın nemlendirici kremle her gün mutlaka masaj yapmalı. Bu hem kendi kendine tedavi, hem de ayaklarda sürekli kontrol sağlıyor. Eğer böyle olursa amputasyon oranları düşer ya da amputasyona gerek kalmaz. Erken yakalanan hastalar basit ilaç tedavisi, basit yara bakımı ya da Hiperbarik Oksijen tedavisi gibi yöntemlerle tedavi edilebiliyor. 

Şeker hastalığı hastayı 20 yıl yıpratıyor. Şeker hastaları düzenli bir tedavi uygulamazsa, düzenli yaşamazsa, düzenli diyet, düzenli ilaç kullanımı, düzenli egzersiz, düzenli doktor kontrolü gibi faktörlere uymazsa 50’li, 60’lı yaşlarda enfeksiyondan, böbrek yetmezliğinden, kalp krizinden maalesef kaybediliyor. Oysa Türkiye’de yaşam beklenti süresi 80’lerin üstünde.

İLERİ EVRE AKCİĞER KANSERİNE MULTİDİSİPLİNER UMUT IŞIĞI…


En sinsi kanser türlerinden biri olan akciğer kanseri Türkiye’de her yıl yaklaşık 160 bin kişiyi pençesine düşürüyor. Kansere bağlı ölümlerde ilk sırada yer alan bu kanser türüne multidisipliner tedavi umut ışığı oluyor.

Araştırmalar Dünya nüfusunun artışına ve nüfustaki yaşlanmaya bağlı olarak 2025 yılında 19,3 milyon yeni kanser vakası olacağını belirtiyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 160 bin yeni kanser tanısı konulduğuna dikkat çeken veriler, bu gidişle bu sayının 2023 yılında 400 binlere kadar çıkabileceği bildiriyor. Yine araştırmalar akciğer kanserinin ülkemizde hem erkeklerde hem de kadınlarda damar hastalıklarından sonra ikinci ölüm nedeni olduğuna dikkat çekiyor. Başta sigara olmak üzere, genetik faktörler, yanlış beslenme, yaş faktörü ve bazı riskli meslek grupları akciğer kanserine davetiye çıkarıyor. Erken evrede cerrahi ile tedavisi mümkün olan akciğer kanseri sinsi ilerlediğinden ve genellikle ileri evrede belirti verdiğinden tanı aşamasında gecikmeler yaşanabiliyor. Bu da kanserin tedavi aşamasını sekteye uğratıyor. Ancak geliştirilen multidisipliner tedavi yaklaşımları uygun ileri evre akciğer kanseri hastalarına umut oluyor. Konu ile ilgili Şişli Kolan Hastanesi’nden Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan önemli bilgiler paylaştı.


Ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanser türü…

Akciğer kanserinin oluşumu ve yapısı ile ilgili bilgi veren Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Yengecin avını kıskacı ile kavrayıp yavaş yavaş yemesinden ilham alınarak; kelime anlamı yengeç olan kanser genellikle karsinojenlerin sinyal iletim yollarını bozması ile gerçekleşen, organizmanın kontrolü dışındaki hücre çoğalmasıdır. DNA yapısının bozulması ile başlayan çok basamaklı, genotoksik bir olaydır. Bütün kanser türlerinde ölümler, organizmanın sinyallerine cevap vermeyen tümöral dokunun kendisinden çok geliştirdiği metabolik değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde erkeklerde prostat kanserinden sonra en sık, kadınlarda ise 5’inci sırada görülen kanser tipidir.” dedi.

Sigara kullananlar kullanmayanlara oranla 30 kat daha fazla risk altındalar.

Akciğer kanserine neden olan etkenlere değinen Özkan Demirhan,” Akciğer kanserinin ülkemizde ve dünyada sıklığı giderek artmaktadır. Bu artışa etki eden en önemli faktörler ise sigara tüketiminin artması, sigaraya başlama yaşının düşmesidir. Sigara akciğer kanseri gelişiminden yüzde 85-90 oranında sorumludur. Dolayısı ile sigara içenler içmeyenlere oranla 30 kat daha fazla risk altındalar. Sigara kullanma süresi, başlama yaşı, içilen sigara tipi, günlük sayısı da bunları etkilemektedir. Sigara bırakıldıktan sonra 15-20 yıl içinde akciğer kanseri gelişme riski sigara içmeyen kişilere yakın düzeye inmektedir. Pasif sigara içiciliği de akciğer kanseri riskini iki kat artırmaktadır. Bu nedenle akciğer kanserini önlemede yapılması gereken en öncelikli şey tütün ve tütün ürünleri ile mücadeledir. Endüstriyel ve çevresel faktörlere maruziyetin artması, yaşlı nüfusun toplumdaki yüzdesinin artması da akciğer kanserini tetikleyen diğer nedenlerdir. Öte yandan gemi izolasyonu, otomotiv sanayi, asbest maruziyeti, eşlik eden diğer akciğer hastalıkları da riski arttırmaktadır. Özellikle kadınlarda meme kanseri ve lenfoma tedavisinde uygulanan radyoterapi sonrasında akciğer kanseri gelişme riski artmaktadır. Ayrıca radon gazı maruziyeti de riski artırmaktadır. Ailesinde birinci dereceden yakınlarda akciğer kanseri hikayesi olanların, normal kişilere göre akciğer kanserine yakalanma oranları da 2 kat artmaktadır. Birinci derece yakınlarında akciğer kanseri bulunan hiç sigara içmemiş kişilerde, akciğer kanseri gelişme riski ailesinde akciğer kanseri bulunmayan kişilere göre 2.7 kat artmaktadır. Antioksidanlaran zengin besin tüketmek kanser gelişimini önleme açısından önem arz eder. Beta karoten / retinol A vitamininden fakir beslenme akciğer kanseri gelişimini artırırken özellikle yeşil çay gibi antioksidan tüketimi akciğer kanseri gelişimini azaltmaktadır. Ateşte kızartılan etlerin kanserojen, haşlamanın ise nonkanserojen olduğu da belirtilmektedir. Yaş da akciğer kanserini etkileyen bir diğer etken. Yaşla beraber akciğer kanseri gelişimi riski artmaktadır, genç erişkinlerde daha az sıklıkta görülürken 60-70’li yaşlarda risk en üst seviyeye ulaşmakta yapmakla beraber bu kişilerde genellikle aile öyküsü de görülmektedir. Ülkemizde ortalama görülme yaşı 60 yaş civarıdır, 40 yaş altında nadir de olsa görülmektedir.” şeklinde konuştu.

Uygun hastalarda multidisipliner yaklaşım başarılı sonuçlar veriyor.

İleri evre akciğer kanserinde uygulanan güncel tedavi yöntemlerine değinen Demirhan,” İleri evre akciğer kanseri 3’üncü ve 4’üncü evre değimiz evrelerdir. Evre 3 hastalık lokal ileri dediğimiz, kanserin olduğu yerden biraz daha komşu dokulara girmiş ve lenf nodlarını tutmuş halidir. Evre 4 ise uzak organ metastazı yapmış kemik, karşı akciğer, böbrek üstü bezleri, beyin ve karaciğere metastaz yapmış halidir. Bu belirtilen bölgeler akciğer kanserinin en sık yayılım yaptığı yerlerdir. Hastaya böyle bir tanı konduğunda izlenecek tedavi yolu şöyledir. Eğer 3’üncü ve 4’üncü evre tespit edilmişse burada hücre tipi çok önemlidir. Hücre tipinde adenokersinom dediğimiz hücre tipi çıkmışsa bunlarda bazı genetik testler yapılarak hedefe yönelik tedaviler yapılabilir. Adenokarsinom’da genetik testler yapıldıktan sonra yapılan tedaviler nokta atışlı tedavilerdir. Kemoterapi alınabiliyor ve yerine göre örneğin beyinde metastaz varsa radyoterapi uygulanabiliyor veya göğüs kafesi içinde radyoterapi uygulanarak akciğer kanseri evresi otomatik olarak gerileyebiliyor. Yine lenf bezinden dolayı evre 3’e girmiş bir kanserde tedaviden sonra özellikle bir lenf bezi tutulumu varsa orada onun yeniden evrelenerek evvelden tümörün olduğu yerin kemoterapi ya da radyoterapiden sonra yok olduğunu görebiliyoruz. O zaman ameliyat şansımız doğuyor. Ama bir istasyon olduğu zaman cerrahi şansımız yüksek. Eğer bir istasyondan fazla tutulum varsa başarı şansı düşüktür cerrahi gündeme gelmez. Tüm bu tetkikler dikkatle ve titizlikle incelendikten sonra hastanın durumu uygunsa multidisipliner bir yaklaşımla tedavi planlanır.” İfadelerini kullandı.

Hastalık yok hasta var, moral ve motivasyon her zaman çok yüksek olmalı.

 Hastalığın ve tedavinin seyrinde moral ve motivasyonun büyük önem taşıdığına dikkat çeken Özkan Demirhan,” İleri evre akciğer kanseri vakalarında gerileme olduğunu gözlemliyoruz ancak hastalık yok hasta var mantığını unutmamak gerekir. Tümör de insanlar gibidir.  Aynı kanser türü farklı insanlarda farklı seyir gösterebilir. Kimisi çok saldırgan ve agresif seyrederken kimisi de çok yavaş ve stabil seyreder. O yüzden tedaviden hiçbir zaman vazgeçmemek lazım, şansım yok diye düşünüp moral bozmamak lazım. İnsanların direnmesi gerekir bu hastalığa. “ şeklinde bilgi verdi.