19 Aralık 2016 Pazartesi



İSPANYOLLAR SAÇ EKİMİ İÇİN ÜLKEMİZE AKIN EDİYOR.

Saç ekiminde cazibe merkezi haline gelen Türkiye’ye 2016 yılında İspanyollar damga vurdu.

Türkiye pek çok başarısı ile dünyada adından söz ettiren önemli bir ülke konumunda. Siyasi liderlerimiz, Mega starlarımız, dünya çapında güzellerimiz ve modellerimiz derken son yıllarda doktorlarımızın ve cerrahlarımızın da başarısı ülke sınırlarını aştı. Sağlık turizminde estetik, saç ekimi gibi konularda ise Dünyanın cazibe merkezi haline geldik. Türkiye sağlık turizminde Araplar ve Ortadoğu’nun yoğun ilgisini çekerken son birkaç yılda bu ilgi Avrupalılarda da yoğunlaştı. 2016 yılında ise sağlık turizmine saç ekimi alanında İspanyollar damga vurdu.





Türkiye’de yaptığı başarılı çalışmalarla ünü ülke sınırlarını aşan Saç Ekim Uzmanı Songül Alcı İspanyolların da ilgisini çekti. Türkiye’de saç ekimi konusunda en tecrübeli isimlerden olan Medical Park Saç Genel Koordinatörü Songül Alcı, iyi ve kaliteli yapılan her çalışmanın Türkiye adına sağlık turizminde önemli bir yatırım olduğuna değinerek şu açıklamalarda bulundu.” Ülkemiz sağlık turizminde cazibe merkezi haline geldi. Sadece saç ekimi için her ay yaklaşık 5 bin kişi geliyor. Dolayısıyla son yıllarda sağlık turizmi alanında en hızlı yükseliş gösteren branşların başında saç ekimi geliyor. Ülkemizin bu alandaki fiyat politikası, tercih edilmemizde önemli bir etken. Ancak en büyük etken kalite ve profesyonellik faktörü. Kalite memnuniyet demek, memnun kalan turist ülkesinde bizi anlatıyor. İyi yapılan işler kulaktan kulağa çabuk duyuluyor, ülkemize de prestij katıyor ve ülke ekonomisine ciddi getiri sağlıyor. Ancak tecrübesiz ellerde yapılan başarısız çalışmalar ve merdiven altı yerler bu itibarımıza gölge düşüyor. Biz merkez olarak kaliteli hizmet vermenin yanında, iyi yönlendirmeyi, bilgilendirmeyi, ülke itibarımıza yakışır şekilde hareket etmeyi, uzmanlığımızı uluslar arası sınırlara yaymayı misyon ediniyoruz. Bunu da başardığımızı düşünüyorum. Çünkü yıllardır Araplardan, Ortadoğu’dan, Avrupa’dan gelenler direkt ismime ve merkezimize geliyor. Son birkaç yıldır da İspanyolları ağırlamaya başladık. İspanyollar Türkiye’yi ve biz Türkleri çok sempatik ve samimi buluyor bu yüzden ülkemizi seviyorlar. Ancak herkeste olduğu gibi sağlık konusunda onlar da titizler, önce güven duymak istiyorlar.” dedi.



İspanyollara benzemem ilgi çekti ama profesyonellik onları buraya getirdi.

Yaptığı işte hem Türkiye’yi doğru temsil etmek hem de saç ekimi konusunda insanları doğru bilgilendirmek ve yönlendirmek adına çok ciddi uluslar arası tanıtım ve yatırımlara imza attıklarına değinen Songül Alcı,”Saç ekim alanı süistimale çok açık bir alan. Bundan dolayı biz kurulduğumuz yıldan itibaren çok ciddi tanıtıcı ve bilgilendirirci çalışmalara da yatırım yaptık. 



Arap, Ortadoğu ve Avrupa’daki televizyon kanallarında sürekli bilgilendirici yayınlarda yer aldık, farkındalık yaratmaya çalıştık. Bunları bizzat uyguladık da. Bundan dolayı uluslar arası bir güven sağladık. Bu güven politikası Türkiye’deki tüm saç ekim merkezlerinde geçerli olmalı, çünkü söz konusu olan ülke itibarımız aynı zamanda. Bu alanda yaptığım samimi ve doğal açıklamalar İspanyolların da ilgisini çekmiş. Fiziki olarak onlara benzemem sempatiyi arttırıyor tabi. Ancak yüz yüze iletişimlerden ve yapılan profesyonel uygulamalardan sonra memnuniyetleri ve mutlulukları kat kat artıyor. Ülkelerine gittiklerinde bizi anlatıyorlar. İspanya’da bu anlamda en çok konuşulan Türklerden oldum. Bu gurur verici tabi hem kendi adıma, hem merkezim adına hem de ülkem adına.”şeklinde konuştu.



30 Kasım 2016 Çarşamba

‘DELİLİK’ ETİKET OLMAKTAN ÇIKTI…

Psikiyatriye gitmek eskiden delilik tedavisi olarak görülüyordu. Ancak günümüzde psikiyatriste başvuran sayısı geçmiş yıllara nazaran üç kat arttı. Uzmanlar ise başvuranların son derece akıllı inanlar olduğuna vurgu yapıyor. Başvuranlar ise son derece akıllı insanlar.



Çok değil birkaç yıl öncesine kadar ülkemizde psikiyatrik destek delilik tedavisi olarak görülüyordu. İnsanlar psikologlara ve psikiyatri uzmanlarına deli doktoru gözü ile bakıyordu. Bu yüzden bu tedavilerde kaçılıyordu. Günümüzde ise Sağlık Bakanlığının son verilerinde psikolojik sorunu olup doktora başvuran sayısının bundan 5-6 yıl öncesine nazaran 3 kat arttığını vurgulandı. Uzmanlar bu durumu bilinçlenmeye bağlayarak,”Delilik etiket olmaktan çıktı. Artık psikiyatri kliniklerinde kapıdan akıllı insanlar giriyor.”vurgusunu yaptı

Psikolojik ya da psikiyatrik destek almanın artık ülkemizde de ‘normal’ kabul edildiğini belirten Madalyon Psikiyatri Merkezi Başkanı, Psikiyatri Uzmanı Dr. Gülseren Budayıcıoğlu,” Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı ‘Bedensel, ruhsal ve sosyal anlamda tam iyilik hali’ olarak tanımlıyor. Ruhen sağlıklı olmak konusunda bireylerin kendilerini önemsedikleri, psikolojiyi bilim olarak gördükleri bir döneme girdik. Uzun yıllar boyunca ‘Avrupa’da herkesin bir psikoloğu varmış.’ diyerek iç çektiğimiz durum, günümüzde her yaş aralığı için geçerli olmaya başladı. Her gün yüzlerce kişinin bireysel destek almak için kliniğe geldiğini ve eskisi gibi ‘delilik etiketi’ korkusu yaşamadan herkesin gönül rahatlığıyla destek aldığını görüyoruz. Sadece büyükşehirler değil, Anadolu’nun birçok bölgesinden her yaştan danışan psikolojik destek almaktan çok memnun oluyor artık. “dedi.


Kapıdan akıllı insanlar giriyor…

İnsanların sorunlarının farkında olarak iç dünyalarına destek almak için psikiyatriye başvurduklarına değinen Dr. Gülseren Budayıcıoğlu,”İç dünyaları için destek almaya gelen insanlar farkındalığı yüksek, gelişmiş bir akla sahip kişiler. Problemleri saptayabilmiş, hayatı sorgulayabilen kişiler. Herkes yaşamsal zorluklar yaşar ve baş etmede zorlanabilir. Geçmişten getirdiği alışkanlıklar nedeniyle yaşamı daha stresli algılayan bir birey destek aldığı zaman, kendisine yeni bir yol çizebiliyor ve daha olumlu bir yaşama başlayabiliyor. Eskiden insanlar birbirlerine biraz da acıyarak ‘Bakırköylük oldun’ diyorlardı. Şimdi psikoloğa ya da psikiyatriste giden insanlara hayranlıkla bakılıyor.”şeklinde konuştu. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu sözlerine şu şekilde devam etti. “Eski alışkanlıkların hala devam ettiği durumlar da var. Ben kendi sorunumu kendim çözerim diye düşünen kişiler, buldukları çözüm yollarıyla içlerindeki sıkıntıyı daha da büyütüyor olabilirler. Biz de zaten kişilerin kendi sorunlarını kendilerinin çözebilmelerini istiyoruz. Kimsenin sorununu alıp çözüp geri vermiyoruz. Kendi potansiyeline güvenen insanlarla çok daha iyi işbirliğine girebiliyoruz. Özel hayattaki karmaşalar, sürekli terk edilen insanlar, çok çalıştığı halde başarıyı yakalayamayan insanlar, sürekli fedakarlık yapanlar, arkadaş grubunda dışa itilen ya da içe çekilenler, çevreden istediği ilgiyi bulamayanlar, yaşlı anne babasıyla ya da yöneticisiyle sorunu olanlar… Herhangi bir tanı almayan ama hayatın içinden sorunlarla baş etmek için destek almak isteyen danışanlarımızın sayısı gerçekten çok fazla. Psikiyatri tedavisi deyince akla sadece psikiyatrik ilaç kullanımı gelmemeli. Hastayı kendi iç dünyasıyla buluşturan ve kendi çözümlerini kendisine gösteren psikoterapilerle çok hızlı yol kat edildiğini gösteriyoruz.”dedi.

Ülkemizde ve Dünyada moral bozan olaylar insanların psikolojisine yansıyor…

Ülkemizde ve Dünyada moral bozan olaylar insanların psikolojisine yansıdığına değinen Dr. Gülseren Budayıcıoğlu,”Dünyada moral bozacak olayların ardı arkası kesilmiyor. Başta güvenlik olmak üzere, en temel yaşamsal ihtiyaçlarında tehdit hisseden insanların kendilerine ve psikolojik dayanıklılıklarına güvenmeye ihtiyaçları var. Psikiyatri insanların bu ihtiyacını karşılıyor. İnsanlar da psikiyatriye güveniyor. Sonuçta herkesin amacı; stres toleransı yüksek, pozitif ilişkiler kurabilen, iç görüsü olan sağlıklı bireylerle birlikte güzel bir dünyada yaşamak.”ifadelerini kullandı.

Sağlık Bakanlığ’nın 2009-2013 yıllarını kapsayan istatistiklerinde tüm Türkiye’de psikolojik şikayetlerle doktora başvuran kişi sayısının 3 milyondan 9 milyona çıktığı görülüyor. 

26 Kasım 2016 Cumartesi

AŞK ACISINI TEDAVİ ETMEK MÜMKÜN...

Tüm ilişkiler peri masalı gibi başlıyor.  Ancak zamanla gelen darbelere dayanamayan ilişkiler çatırdıyor ya da yıkılıyor. Bu yıkım sonucu yaşanan aşk acısı ise öyle kolay kolay geçmiyor. Uzman Psikolog Aşk ve İlişki Terapisti Mert Koçak, Estemagazin dergisi okuyucularına özel aşk acısını dindirmenin formülünü paylaştı.


“Aşk, sevmek, sevilmek en az ekmek ve su kadar gerekli insan hayatında. Ancak aşkı yıpratan nedenleri iyi bilmek buna göre de önlem almak gerekir. Çiftler birbirlerine karşı besledikleri Sevgiyi aşıp olumsuz duygular beslemeye başladıkları anda,  ilişkilerde ilk tehlike çanları çalmaya başlıyor.

‘AŞK’ aslında sonsuzdur, ona ömür biçen insanlardır

Aşkı kimileri sevgi olarak adlandırır kimileri ise bağlılık olarak. Aşkı herkes bir duygu sanır ama aşk bir duygu değildir. Tüm duyguların birleşiminden oluşan bir bütündür. Aşk uzay boşluğu gibi uçsuz bucaksızdır aslında.  Aşka ömrü biçen insanlardır. Sevgi ve saygının yerini ilgisizlik ve iletişimsizlik aldığında kötü duygular beslenmeye başlar bu da her zaman aşkın ömrünü azaltır.



İlişkileri çürüten ve kopma noktasına getiren nedenler



·         Çiftler arasında yavaş yavaş kaybolan saygı,
·         İki tarafın da birbirlerine karşı geliştirdikleri güvensizlik duygusu,
·         Tartışmalar esnasında çiftlerin birbirlerine karşı kullandıkları koruma kalkanları,
·         Çiftlerin birbirlerinin önemsememesi,
·         Konuşmalar esnasında çiftlerin birbirlerini dikkatli ve özenli bir şekilde dinlememeleri.



“Sen daha iyilerine layıksın.” demeye başlamışsa dikkat!

Aşkı bitirme kararı; başka biri ile flört, sıkılma ya da ilişkiden memnuniyetsizlik gibi nedenlerle başlar. Partnerler ilişkilerinden sıkıldıkları zaman ya da flört edecekleri başka bir kişiye karşı duygu beslemeye başladıkları zaman veya memnun olmadıkları ilişkilerini bitirmek istedikleri zaman ilişkilerini bitirmek için ellerinden geleni yaparak her yolu denemeye çalışırlar. Bu davranışlar belirmeye başladığında ilişki tehlikededir demektir

Taraflardan biri ilişkiyi bitirmeyi kafasına koymuşsa her yolu dener ve…
·         Kişi partnerine az zaman ayırmaya başlar.
·         Gerçek olan ya da olmayan bir takım bahaneler üretir.
·         Küçük bir sorunu bile büyük ve alevli bir tartışma haline getirir.
·         Yavaş yavaş partnerine karşı hissizleşmeye başlar.
·         Karşısındaki o en sevdiği aşkını birden önemsememeye başlar.
·         Günümüzde çok sık duyduğumuz “sen benden daha iyilerine layıksın” gibi klasik cümleler kurar.
·         Partnerine karşı aşırı saygısız tavırlar sergiler.
·         Sözel ya da fiziksel şiddet uygular.

Tüm bu nedenlerin altında çoğu zaman üçüncü bir kişinin yatar. Aldatmalardan dolayı biten ilişkilerin oranı fazla olsa da saygısızlık, iletişimsizlik ve şiddetten ötürü biten ilişki oranı da bir bu kadar fazladır.


İlişki bittikten sonra geriye ruhsal bir enkaz kalıyor



 Biten ilişkiler özellikle terk edilen tarafta ciddi ve kalıcı ruhsal travmalara neden oluyor. Biten bir ilişkiden geriye kalan ruhsal enkaz, kişide ömür boyu sürecek bir zarara neden olabilir. Bu yüzden biten bir ilişkinin ardından bireyler kesinlikle yoğun bir şekilde konunun uzmanından psikolojik destek almalıdırlar. Bu durumun tedavisi psikolojik destek alınarak mümkün ancak tedaviye ne kadar geç kalınırsa tedavi olma olasılığı da o kadar zorlaşır. Bu nedenle bitmiş bir ilişkiden yorgun bir şekilde çıkan ya da çıkamayan her birey hızlı bir şekilde psikolojik destek almalıdır.
MEME ESTETİĞİ KADINLARDA ÖZGÜVENİ ARTTIRIYOR...

Diri ve estetik görünümlü göğüsler dişiliğin sembolü olarak kabul edilir. Küçük göğüsler için meme büyütme operasyonları yapılırken büyük göğüsler için ise meme küçültme yöntemleri uygulanmaktadır. Biz bu sefer göğüs büyütme yöntemlerinden ve yeniliklerinden bahsedelim istedik ve konu ile ilgili Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. C. Özerk Demiralp'ten açıklamalar aldık.

"Meme büyütme ameliyatı, dünyada olduğu gibi ülkemizde de en sık yapılan estetik ameliyatların başında gelmektedir. Oldukça tatmin edici sonuçları alabildiğimiz bu operasyonu; meme dolgunluğunun artırılması, dekoltenin belirginleştirilmesi, kısmi sarkıklıkların giderilmesi amacıyla yapıyoruz. 
Meme büyütme işlemini ‘’Silikon implant’’ adını verdiğimiz materyallerle gerçekleştiriyoruz. Günümüz koşullarında meme büyütme operasyonunda altın standart olan implantlar, uzun süreli memnuniyetin ve hedeflediğimiz meme şeklinin elde edilmesinde önemli bir yer tutuyor. Gün geçtikçe kendini yenileyen bu teknoloji sayesinde; şekillerini uzun süre koruyabilen, deformasyonlara daha az neden olan, kalıcılığın daha fazla olduğu implantlar üretiliyor. Bunun sonucunda daha başarılı sonuçlar elde ediliyor.

Meme büyütme operasyonu; meme başından, koltuk altından veya meme altı kıvrım bölgesinden yapılabiliyor. Özellikle hastalarımızın sıklıkla dile getirdiği emzirme ile ilgili oluşabilecek problemler meme altı çizgisinden yapılan ameliyatta, meme başı siniri korunduğu ve süt kanallarına zarar verilmediği için görülmüyor. Düz çizgi şeklinde açılan 4 cm’lik kesik, yaklaşık bir sene içinde soluklaşıyor ve belirsizleşiyor. 




Meme implantları hakkında, sık karşılaştığımız bir başka soruya da değinmeden geçemeyeceğim. Bu implantlar delici ya da kesici bir travmaya maruziyet haricinde, hiçbir şekilde patlamaz ki böyle bir durumda hayati organların yaralanma riski daha ön plandadır.

Meme büyütme cerrahisi açısından gelecek vaat eden yöntem ise ‘’Yağ enjeksiyonu’’dur. Vücudunuzdan elde edilip, memeye verilen yağ dokusunun kısa sürede erimesi ve bu yöntemle oluşabilecek kistler bu yöntemin dezavantajlarıdır.  Özellikle memesinin bir bölümü alınmış ya da geçici süre ile meme büyüklüğü isteyen kişilerde bu yöntem uygulanabilmektedir.

Meme büyütme ameliyatıyla, estetik açıdan dolgun bir meme şekline sahip olmanız hem özgüveninizin yükselmesini sağlayacaktır."

Haber: Dinçer Karacalar
3 AYLIK BEBEKLER DE İNGİLİZCE ÖĞRENECEK...

3 aylık bebeğe dahi İngilizce öğreten sistemin yaratıcısı Helen Doron
Bandırma'da eğitime başladı.





Tüm dünyada büyük rağbet gören Helen Doron 0-12 yaş "Erken İngilizce"
Sistemi, Bandırma'da  eğitime başladı. Bilimsel ve akademik çalışmaların da
desteklediği Helen Doron "Erken İngilizce" ile 3 aylık bebeklere dahi İngilizce eğitimi veriyor.





1985'te dil bilimci Helen Doron tarafından geliştirilen sistem, bugün dünya
çapında 34 ülkede 700 şubesiyle 1,5 milyondan fazla çocuğa anadil
standartlarında İngilizce öğretmiş durumda. 25 yıldır denenen, başarısı ve
etkinliği akademik ve bilimsel pek çok araştırmayla da desteklenen bu özel
metodoloji; Bandırma'da da uygulanacak.









Anaokulları ve diğer dil kurslarıdan farklı olarak Helen Doron Erken
İngilizce eğitime başlama yaşını 3 aylık bebeklere kadar indiriyor. Böylece
çocuğunuz büyürken sadece yeni bir dil öğrenmiyor, çift anadile sahip olmuş
oluyor. Yenilikçi materyallerle, sürekli tekrara dayalı sistemi sayesinde
Helen Doron'la İngilizce öğrenen çocuklar, öğrendiklerini bir daha
unutmuyorlar.




Bandırma Helen Doron kurucusu Filiz Kocaman   2016 -2017 eğitim ve öğretim
sezonunda açılan  yeni şubesi ile ilgili  bilgiler vererek,"1996 yılından
bugüne okul öncesi eğitimde İda Anaokulu  olarak yer almaktayız. 20'nci
yılımızda 500'e varan çocuğumuzu ilkokula uğurlayarak kurumumuzdan mezun
etmiş olmanın gururunu yaşıyoruz.Bizler okul öncesi dönemde edinilen
temellerin yetişkin yaşamlarımızı kurgulamadaki öneminin
bilincindeyiz."dedi.



Yabancı dil eğitimine hassasiyetle yaklaştıklarını ifade eden Filiz
Kocaman,"Güncel metodolojileri takip ediyoruz. Günümüzde en az bir yabancı
dile sahip olmanın gerekliliği herkes tarafından kabul edilmiş durumdadır.
Yeni dili edindirme programını çocuk ile bilinçli etkileşim ve iletişiminin
başladığı 8'inci 9'uncuaylardan itibaren başlatıyoruz ve çocukların algı
alanlarına uygun metodoloji ile yerleştiriyoruz. Programın en dikkat çekici
ve farklılık yaratan yanı , yetişkinler için hazırlanıp ardından çocuklar
için sadeleştirilmiş bir program olmamasıdır. Tasarlandığı  günden itibaren
metodolojisi ile fark yaratan "çocuk merkezli" Helen Doron sistemi, programı
bizim açımızdan oldukça değerli kılmıştır."şeklinde konuştu.


Haber: Dinçer Karacalar


GÖRME ENGELLİLER FİLM İZLEYECEK…

Dünyada ve Türkiye’de bir ilk gerçekleşecek. Görme engelliler film izleyecek.


Engelliler ile sanatın buluştuğu, görme ve işitme engellilerin film izlediği 3 Aralık Dünya Engelliler Günü etkinlikleri kapsamında geleneksel hale getirdiğimiz Uluslar arası Barikat Film Festivali 1-4 Aralık tarihleri arasında 7’inci kez sanatseverleri bir araya getirecek.
7. Uluslararası Barikat Film Festivali  bu yıl 1 Aralık 2016 Tarihinde saat 12:00‘da  sanatçılar, siyasiler, yabancı kültür ataşeleri , ünlü kişiler, engelli ve engelsiz bireylerden oluşan bir grup ile Taksim – Tünel’den Emek Sineması’na gözler kapalı ve tekerlekli sandalyeye oturarak farkındalık oluşturmak adına karnaval havasında bir yürüyüş ile düzenlenecektir.
21 İspanyol dilinin konuşulduğu Cervantes Enstitüsünden, Hollanda Kraliyet Ailesi Temsilcisinden ve UNESCO ‘ dan ‘Dünya Kültür Mirasına’ katkıda bulunduğu gerekçesi ile Uluslar arası Barikat Film Festivali yazılı remi destekler almıştır. Proje Türkiye’de 9 Milyon aileleri ile birlikte 30 Milyon, Dünya’da 600 Milyon aileleri ile birlikte 3 Milyar nüfusu ilgilendirmektedir.
Uluslararası Barikat Film Festivali; engellilerin beklentilerini, duygularını, hayata bakışlarını, yaşama katılımlarını, hayatın içinde aktif rol alarak üretici bir düzeye erişebilmelerini amaçlamaktadır.

Çağın en etkili ve en yaygın iletişim aracı olan sinema yoluyla ortaya koyabilecek görme ve işitme engelli insanların da film izleyeceği, engellilerle sanatın buluştuğunu gösteren ilk Uluslararası Film Festivalidir. Engelli kişilerin üretme, sunma, değerlendirme (yapım-yönetim-oyunculuk-izleyici geri bildirimi) gibi faaliyetleri gerçekleştirerek yaşama nasıl ustalıkla dahil olduklarının kamuoyuna yansıması olacaktır. 

KISA BOYU DERT EDİNENLERE ÇÖZÜM "UZAYAN ÇİVİ"DE

Kısa boyu uzatmaya yönelik pek çok teknik geliştirildi son yıllarda. Buna en yeni örnek ise Manyetin Rod tekniği denilen Uzayan Çivi yönteminde.
Konu ile ilgili Türkiye’deki en yetkin isimlerden biri olan Erişkin ve Çocuklarda Uzatma ve Deformite Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Metin Küçükkaya’dan bilgi verdi. “Bacak uzatma cerrahisinde geçen bin yılın uzatma tekniği olarak kabul edilen, teller ve çivilerin cildi ve kasları geçerek kemikleri tuttuğu bacağa dışarıdan takılan cihazlar (eksternal fiksatörler), artık yerini tamamen vücudun içerisine yerleştirilen ve dışarıdan kumanda edilebilen cihazlar olan ‘Manyetik Rodlar’a (Uzayan Çiviler) bırakıyor. En önemli değişikliklerden birisi artık uzatma cerrahisini kusursuz uygulayabiliyoruz. Örneğin önceleri aynı bacakta hem uyluk hem de kaval kemiğinde birlikte kısalık olduğu durumlarda bacağın eşitliğini sağlamak için kısalığın fazla olduğu tarafı fazladan uzatıyorduk. Bu durumda iki bacak boyu eşit oluyordu. Ancak dizkapakları farklı seviyede olduğu için estetik açıdan hasta memnuniyetini sağlayamıyorduk. Şimdi ise Uzayan Çiviler sayesinde her kemiği gerektiği kadar uzatabiliyoruz ve estetik açıdan göz dolduruyor.

Uzayan Çiviler sayesinde estetik amaçlı boy uzatma ameliyatları da artık uygulanabilir hale geldi. Daha önceleri de bacağa dışarıdan takılan eksternal fiksatörler (İlizarov) ile estetik amaçlı boy uzatma ameliyatları yapılabiliyordu. İlizarov yönteminde, uzatma miktarı kadar ciltte tel izleri kalıyordu, kozmetik üstünlüğü yoktu. Eklem kasılmaları ve kemik iyileşme problemleri kabul edilebilir sorunlar değildi.

Oysa şimdi Manyetik Rod Teknolojisi'nde uzatma cihazları çok küçük yaralardan kemik içerisine yerleştiriliyor ve uzatma işlemi her gün dışarıdan kumanda aracılığı ile yapılıyor. Böylece dışarıdan müdahale edilmek suretiyle boyun uzaması gerçekleşiyor. Kemikteki uzama iki aşamadan meydana geliyor. İlk aşamada kemik günde 1 milim uzatılır. Bu durumda röntgen çekilirse, kemiklerin arasında oluşan bulut benzeri yumuşak kemik izlenebilir. Uzamanın ikinci aşamasında ise, uzatma durdurulmakta ve kemiğin arasında oluşan yumuşak kemiğin daha sağlam duruma gelmesi beklenmektedir. Manyetik Rod uygulaması boy uzatmayı kemiklerin bu özelliğine dayanarak sağlamaktadır.

Günümüzde bu olanağı sağlayan yöntemlerin de olması, boy uzatma taleplerini giderek arttırmaktadır. Bu yöntemle tedavi sırasında hasta rahatça banyo yapabiliyor, herhangi bir pansuman gerekmiyor, eklem kasılmaları oluşmuyor böylece daha fazla bacak uzatmak mümkün hale gelebiliyor.” 

Haber: Leyla Tuzlalı

23 Kasım 2016 Çarşamba

MUTLU ÇALIŞAN ŞİRKETİNİN BAŞARISINI ARTTIRIYOR…

Dünyada ve Türkiye’de kurumlar başarı için birçok eğitim programına yatırım yapıyor. Sonuç alamadıkları zaman da inançlarını yitiriyorlar. Uzmanlar ise eğitimlerin başarısı için önceliğin çalışanda olması gerektiğini vurguluyor ve mutlu çalışanların şirketin başarısını arttırdığını vurguluyor.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de uzun yıllardır kurumsal eğitimlere çok önem veriliyor. Şirketler çalışanları için sayısız eğitim programı düzenliyor ve her kademeden çalışanın bu eğitimlerden faydalanması sağlanıyor.
Son yıllarda bu konuda talep o kadar çok arttı ki; talebi karşılamak üzere yüzlerce eğitim firması açıldı ve sayısız eğitim programı oluşturuldu. Özellikle son 20 yıldır kişisel gelişime yoğun ilgili gösterildiği için bu alanda birçok farklı eğitim verilmeye başlandı. Ancak artık kurumlar bu eğitimlerin faydasına şüpheyle yaklaşmaya başladı. “Kurumlar eğitim için ne kadar para harcarsa harcasın, çalışan kişiler bu eğitimlerin kendisine iyi geleceği için değil, sadece kuruma iyi geleceği için planlandığını düşündüklerinden, ne yazık ki harcanan bütçeler istenen geri dönüşü sağlamıyor.” diyen  Madalyon Kurumsal Eğitim Merkezi’nden Uzman Psikolog Hande Cesur,” Eğitimler öncelikle psikoloji odaklı olmalı ve kişilere, ruh sağlıklarını korumak adına beceriler kazandırarak, hem çalışanları, hem kurumları, daha mutlu daha verimli kılmayı hedeflemelidir.”dedi.

“Hem talep hem direnç var.”
Uzman Psikolog Hande Cesur,”Kurumlar eğitime çok önem veriyor ve dolayısıyla eğitime yatırım yapıyorlar. Sonuç alamadıkları zaman da inançlarını yitiriyorlar. Örneğin stresle baş etmek için çalışanlarına eğitimler aldıran onlarca şirketin eğitim direktörü, çalışanlarının stres algısında bir değişiklik olmadığından yakınıyor. Oysa eğitimlerde öncelik  kişiye odaklı olmalıdır.  Biz özellikle iş yaşamlarıyla ilgili bireysel destek almak için kliniğe başvuran danışanlarımızın sorunlarını ön planda tuttuk. Bizim için önemli olan ilk önce kişinin sonra şirketin verimliliği oldu. Sonunda da eğitim departmanlarının yüzünü güldürmeyi başardık.”şeklinde konuştu.

“Her eğitimde oyun oynatmak, egzersiz yaptırmak  veya dans ettirmek bıktırmış.”
“Karşılaştığımız bir başka direnç de katılımcıların artık eğitim almak istememesiydi.” ifadelerini kullanan Hande Cesur açıklamalarına şu şekilde devam etti.” Özellikle bankalar gibi çok fazla çalışanı olan ve sürekli eğitim programı düzenleyen kurumlarda resmen eğitim fobisi olduğunu gördük. Böyle bir fobiyi sadece eğitimlerinizi eğlenceli hale getirerek aşamazsınız. Nitekim katılımcılar artık eğitimlerde oyun oynamaktan da bıkmış. Bundan dolayı öncelikle kişinin ruhuna, çocukluğuna, düşünce yapısına, gelecek algısına, kısaca kalbine dokunmak gerekir. Geldiğimiz noktada aldığımız geribildirimler gösteriyor ki, uzun vadede de fayda sağlayabiliyoruz ve katılımcılar yaşamlarında gerçekten bir değişim yaratabiliyorlar. İnsan psikolojisini, psikologlardan dinlemek ve duygu ve düşüncelerini güvenerek paylaşabileceklerini bilmek hem katılımcılara hem de kurumlara gerçekten çok iyi geliyor.”

TÜRK - JAPON İŞİ UÇAN ARABA GELİYOR...

Geçtiğimiz günlerde Japon bilim adamlarını ağırlayan Nişantaşı Üniversitesi, Türk Japon ortak yapımı uçan elektrikli araç projesine imza attılar. Uçan aracın 2019 yılında uçuşa hazır hale getirilmesi planlanıyor.


Japonya’nın Nagasaki Universitesi profesörlerinden Profesör Fujio Kurokawa ve Profesör Haruhi Eto Nişantaşı Üniversitesini ziyaret ederek ileri yüksek teknoloji içeren 3 önemli proje için anlaşma yaptılar. Nişantaşi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Esra Hatipoğlu’nun başkanlığında ve Rektör Yardımcısı Asım Saldamli, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlhami Çolak ileGenel Sekreter Yardımcısı Yrd. Doc. Dr. SüleymanTOSUN’nun katılımlarıyla gerçekleşen toplantıda başta uçan araç projesi olmak üzere önemli konularda görüşmeler yapılarak, projelerin en kısa sürede başlatılması kararı alındı.

Uçan Elektrikli Araç Projesi ‘SORA’ geliyor.

Toplantı detaylarını paylaşan üniversite yetkilileri “Kanat ve tekerleklere sahip ileri teknolojik bir ürün olarak planlanan elektrikli uçan araç tamamen elektrik enerjisi ile çalışabilen bir araç olup, 2019 yılı içerisinde uçuşa hazır hale getirilecektir. Tamamen çevre uyumlu olan ‘SORA’ elektrikli uçan araç herhangi bir piste ihtiyaç duymadan karada gidebilen, olduğu yerden bir helicopter gibi havalanan,  istenilen ve uygun olan her yere inebilen bir özelliğe sahip olacaktır.
Bu projede Nagasaki ve Nişantaşı Üniversitelerinin yanısıra Tajima Motor Corporation Co., Ltd. Shindengen Electric Manufacturing Co., Ltd.
Isahaya Electronics Corporation Nagasaki Institute Applied of Science, University of Tokyo, Fukuoka University, Chiba University, Nagoya Institute of Technology, 
GİBİ belirtilen şirketler ve üniversiteler de yer alacaklardır.” açıklamasını yaptılar.

Toplantıda ayrıca ‘Yenilenebilir Enerji SistemleriProjesi’ projesi kapsamında;
enerji yönetimi, güneş sistemleri için maksimum güç takip sistemi, büyük veri ve internet uygulamaları için enerji sistemlerinin izlenmesi gibi yüksek teknoloji uygulamalarını gerçekleştirileceklerinin kararının aldığı belirtildi. Öte yandan,” ‘Yeni Nesil FPGA İşlemcisi Projesi’ kapsamında da basit, yüksek hızlı, düşük güçlü, yüksek kararlılık gibi özellikleri bulunan ve yeni bir işlemci olan FPGA uygulamaları gerçekleştirilecektir.” denildi.

İHA


UÇUŞ KORKUSUNU YENMEK MÜMKÜN... 




Uçuş korkusunun nedenleri ve çözüm yöntemi konusunda Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu’nun görüşlerini aldık;
Uçuş korkusu olan bireylerin çoğu; detaycı, mükemmeliyetçi, kontrollü, telaşlı ve sabırsız bireylerdir. Kontrolün kendi ellerinde olmasını istedikleri için de uçağa binmeyi tercih etmezler. Bu korkusu olan kişilerin çoğu günlük hayatlarında cesaretli insanlardır. Uçak korkusu cinsiyet, yaş, meslek ayırmadan toplumun her kesiminde görülebilir.
Uçuş korkusu olan kişilerin çoğu uçağın düşeceğini ve öleceklerini düşünürler. Uçmak insana özgü bir durum olmadığı için bilinçaltımız uçuş sırasında kaygı oluşturabilir. Kontrolün kişinin elinde olmaması da kaygı oluşturan bir durumdur.
Uçuş korkusu çocukluk yaşantılarında öğrenilmiş olabilir. Kişi çocukluğunda çevresindeki kişilerin uçaktan korktuğunu gözlemlediyse veya konuşmalarını dinlediyse de korkusu oluşmuş olabilir.
Çocukluğunda oyun oynarken yüksek bir yerden atladıktan sonra düşen bireyde yetişkin olduğunda uçuş korkusu oluşabilir.
Birey uçakla ilgili yaşadığı olumsuz deneyimler sonucunda da uçağa binmekten korkuyor olabilir. Örneğin uçak kazası geçirmiş, kötü bir seyahat yaşamış, türbülansa girmiş olabilir.
Filmlerde seyredilen uçak kazaları da uçuş korkusunu pekiştirebilir.
Uçuş korkusu yaşamda engellere sebep olabilir. Örneğin farklı ülkelere seyahat edememek ya da iş seyahatleri yapamamak gibi.
Hipnoterapi ile uçuş korkusuna sebep olan olaylar bilinçaltı düzeyde ortaya çıkarılarak anlamlandılır ve çözümlenir. Geçmişe dair herhangi bir olay bulunmuyorsa uçuş korkusu telkinlerle çözümlenir. Derindeki duygulara ulaşılıp birey rahatlatıldığında, korkular ruhumuzu ve zihnimizi terk eder.
GÜNCEL VARİS TEDAVİLERİ

En sık rastlanan damar sorunlarından biri olan varislerle ilgili tedavi seçenekleri gün geçtikçe artıyor. En konforlu tedavi alternatiflerinin yanı sıra nüks oranı en düşük tedaviler de artık önem taşıyor. Ancak her koşulda tüm yöntemler kişiye özel olarak planlanıyor.Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko varisler için mevcut tüm tedavi seçeneklerini  anlattı.

Önemsiz gibi görünen ama aslında önemsememiz gereken önemli bir damar olan sorunu olan varisler için tedavi seçenekleri günden güne artıyor. Ancak tedavilerin çokluğu ve kullanılan yöntemler varis sorununu tamamen ortadan kaldırmaya yetmiyor. Genetik faktörler ve gebelik gibi durumlarda tekrar baş gösteren sorun için biz uzmanlar nüksetme oranı en az olan yöntemleri kullanmayı tercih ediyoruz. Tabii burada bir diğer önemli etken de her tedavinin kişiye özel olmasıdır. Hastalık derecesine göre ilaç tedavisi, varis çorabı kullanımı ve lazerli tedavilerin yanında cerrahiyi öneriyoruz. Bunların arasında ilerlemiş çok özel durumlar dışında açık ameliyatı önermiyoruz. Çünkü yüzde 25’lik bir oran ile variste tekrarlamaların en fazla görüldüğü tedavi şeklidir. Bu oran lazer ve radyofrekans tedavilerinde yüzde 10 – 15’lere düşmektedir
Kılcal damarlarlar için en iyi yöntem köpük tedavisi

Son yıllarda ülkemizde de sıkça uygulanan bizim de tercih ettiğimiz iğne ile köpük tedavisini kılcal damarlar ve küçük toplardamarların tedavisinde kullanıyoruz. Skleroterapy dediğimiz bu yöntem temel olarak bir maddenin ilgili damar içine enjeksiyonu ile bu damarın kollebe olmasını ve içinden kan geçemeyecek bir hale gelerek gözden kaybolmasını  sağlayan bir tedavi yöntemidir. Bu sıvı madde kendi halinde ya da köpük oluşturarak enjekte edilebilir. Skleroterapy 0.5 mm ve 0.3 mm çapına kadar olan küçük toplardamar ve kılcal damarlarda kullanılır. Skleroterapy  hastaya acı veren bir tedavi şekli değildir. Bunun için oldukça küçük çaplı iğneler kullanılır ve seanslar 2 günde bir uygulanır. Skleroterapy sonrasında enjeksiyon yapılan bölgeye kompresyon yapacak şekilde elastik bandaj ve tedavi süresince varis çorabı giyilmesi tavsiye ediyoruz. Skleroterapy herkese rahatlıkla uygulanan bir yöntemdir fakat ileri yaş hastalara, gebelere, ileri derecede alerjisi olanlara, obezite hastalarına, diyabet hastalarına, şeker ve kalp hastalarına önermiyoruz.

Nüks oranı en düşük tedavi ‘Buhar tedavisi’

Su Buharı metodu onkoloji hastalarında geliştirilmiş daha sonra varislerde de denenmiş ve yapılan çalışmalarda oldukça yüz güldürücü sonuçlar almış bir tedavi yöntemidir. Birkaç yıldır Avrupa’da ve Dünyada kullanılan yöntem başarılı sonuçlar vermiştir. Vücudumuzdaki çok küçük örümcek ağımsı varislerden tutun da kocaman balon ve yılan şeklindeki varislere kadar tüm varis tiplerinde kullanılır. Yapılan işlem lazerle benzerlik göstermektedir. Ancak bu yöntemde farklı olarak su buharının enerjisinden faydalanılmaktadır. Varisli bölgedeki damarın içerisine diz üstünden ultrasonla girilerek bir iğne vasıtası ile içerisinden bir tel gönderilip, o telin etrafından da kateter gönderiliyor. Kasık bölgesine 2 santim kala damar 120 santigrat derecelik su buharı püskürtülerek yakılıyor. Bu işlem damarın içerisindeki kanı ve diğer sıvıları buharlaştırıyor ve damarı kapatıyor. Müdahalede cerrahi kesi uygulanmıyor. Operasyon isteğe göre genel ya da lokal anestezi altında yapılıyor. Herkese uygulanabilen bir tedavi şeklidir. Venöz yetersizliğinin yanı sıra estetik olarak kadınları rahatsız eden kılcal damar varislerinde de uygulanmaktadır. Ayrıca doğuştan gelen damar anomalileri için de bundan sonra uygulayabileceğimiz yeni bir yöntem şeklidir. Ayrıca ileri yaş varis hastalarına da tedavi imkanı sağlayan bir yöntemdir. Yan etkileri hiç yok denecek kadar az olan bir yöntemsie. En önemlisi ameliyat esnasında ve sonrasında hiç ağrı vermiyor. Ameliyat sonrası şişlik, kızarıklık morarma gibi belirtiler oluşmuyor. İşlem 20 – 25 dakikada tamamlanıyor. Kişi yaklaşık 2 saat kadar hastanede tutuluyor daha sonra taburcu oluyor. Hiç ameliyat geçirmemiş gibi hemen sosyal yaşamına geri dönüyor. Minimal İnvaziv Damar Cerrahisinin avantajlarını bu teknikte de görüyoruz. Steril sıcak su buharını çok minik kateter yardımı ile damarın içine püskürterek sorunlu bölgeleri yakıyoruz. Damarın içinde homojen olarak dağılan buhar bütün damar çeperine aynı ölçüde etki ediyor. Damar dışındaki dokuların zarar görmesini de engelleyen bu yöntemle derinin hemen altındaki damarları da tedavi etmek mümkün hale geliyor. Kateterin çok ufak olmasının en büyük avantajı ise ameliyattan hemen sonra dahi uygulama yapılan bölgede hiç iz bırakmamasıdır. Hastaların uygulamadan sonra yaklaşık 1 ay süre ile varis çorabı kullanmaları gerekiyor. Buhar tedavisinin bir diğer önemli özelliği ve avantajı da nüksetme oranı en düşük olan yüzde 7’lik bir orana sahip olmasıdır.

VARİSLER İÇİN ÖNLEM ALMANIN YOLLARI
·         Kadınların en büyük tutkusu şüphesiz topuklu ayakkabılar. Ancak bunlar maalesef uzun süre kullanılması durumda varislere davetiye çıkarıyor. Bunun için de yüksek topuklu ayakkabılardan vazgeçmek ya da kullanımını azaltmak gerekir.
·         Topuklu ayakkabılar kadar düztaban sandalet ve babetler de varis oluşumuna neden oluyor. En ideal ayakkabı hafif topuklu rahat modellerdir.
·         Topuklu ayakkabılardan sonra kadın bir diğer tutkusu dar kıyafetler de maalesef varislere neden oluyor. Bunların yerine daha rahat kıyafetler tercih etmeye dikkat etmek gerekir. Ayrıca sıkı kemerler beli ince gösterdiği için çok tercih edilir. Ancak kan akımını zorlaştırdığı için varislere neden olur.
·         Hareketli yaşamı benimseyin. Özellikle yüzme varis oluşumunu engelleyen en büyük nedendir. Ayrıca plates, tempolu yürüyüş ve koşu da varis oluşumunu engeller ancak bacağı zorlayan ağırlık kaldırma hareketlerinden uzak durmak gerekir.
·         Her duştan sonra bacaklarınıza soğuk su ile masaj yapın.
·         Fazla kiloları vermeye çalışarak kilonuzu dengede tutun.
·         Sigarayı hayatınızdan tamamen çıkarın.
·         İstirahat esnasında ya da uykuda bacaklarınızı bir destek vasıtası ile 10 santim kadar yukarıda tutmak da varis oluşumunu engeller.
·         Doğru beslenme şeklini benimseyerek Akdeniz mutfağını alışkanlık haline getirmek gerekiyor. Yağlı, baharatlı yiyeceklerden uzak durmak gerekiyor.

·         Ofis ortamında çalışanlar ve masa başı iş yapanlar uzun saatler oturmak zorunda kalırlar. Onlara tavsiyemiz 1 saat arayla kalkıp hareket etmeleri. Bunu yapamıyorlarsa oturdukları yerden ayaklarını V şeklinde sırayla başparmakları daha sonra topukları birleştirerek sık sık hareket ettirmeleridir.