14 Temmuz 2017 Cuma

'GECEDE SAKLI YALNIZ AŞKLAR' ROMANININ ÜNLÜ YAZARI ADİL YILDIRIM: "KADINLAR ROMANIMDA BİR ERKEĞİN RUHUNDA GEZİYE ÇIKIYOR..."


Ey aşk… Ne şarkılar, ne romanlar yazıldı uğruna? Asırlar bitti, insanlar eskidi de bir sen eskimedin…

Hayatımızda her zaman gündem maddesidir aşk... Bazen hayal kırıklığı ile, bazen terk edilişlerle küstürse de kendine, sonunda yine tazelenip kalplerde yeşermeyi başaran ilahi bir duygu aşk.


Ve kadınlar! Bizim hayatımız hep erkekleri anlamaya çalışmakla geçiyor. Çözülemeyen bulmaca misali didik didik ediyoruz onları. Onlara çaktırmadan yapıyoruz bunu tabi… Didikledikçe ‘anladım, çözdüm’ diyoruz ama bir gün bir bakıyoruz, ‘o adam, o adam değil’. Bir bakıyoruz gitmiş, bir bakıyoruz dönmüş… Döndüğü gibi bulmuş ya da bulamamış… Bu yolların sonu nereye varırsa varsın, yolun sonunda bekleyen şey değişmiyor. AŞK.

Aşk denilince son zamanlarda tek geçtiğim isimlerden biri Adil Yıldırım. “Gecede Saklı Yalnız Aşklar” romanı ile deyim yerindeyse ortalığı salladı. Sıradan ya da alışılageldik aşk romanlarından değil “Gecede Saklı Yalnız Aşklar”. Yazar titizlikle, samimiyetle ve duygularının tüm çıplaklığı ile kadınlara ‘erkekleri anlama ve çözme kılavuzu’ çıkarmış. Bunu yaparken de içine aşkı oya gibi işlemiş.


Kitabın yazarı Adil Yıldırım’la çok esaslı bir röportaj yaptık. İçtenlikle ve samimiyetle cevapladı tüm soruları. Kitabı konuştuk, kadınları konuştuk, erkekleri konuştuk, terk edilmeyi konuştuk, aşkı konuştuk…

Adil Yıldırım’ı biraz tanıyabilir miyiz?

Yazmak benim için bir aşk. Kendini ifade edebilmenin binlerce farklı yolundan bir tanesi… Kimi insanlar hayatlarını kurdukları şema içerisinde idame ettirirken, kimileri kendini ifade etmeyi dert edinir. Buradan sanat çıkar, tarih çıkar, romanlar çıkar ve yaratımlar çıkar… Ben de kendimi yazarak ve özellikle de edebiyatla ifade ediyorum… Yazdıklarım ruhumu ortaya koyuyor ve bir yazar için bundan daha büyük bir keyif olamaz. Bunun dışındaki kimlik bilgilerini bir yana bırakırsak; Adil Yıldırım edebiyata aşık bir adam, çocukluğumdan beri böyle… Ben romanlar okuyarak büyüdüm ve orada, işte tam o noktada kendime ait bir ifade dünyası kuruyorum…

 “Gecede Saklı Yalnız Aşklar”a hemen geçelim… Bu kitap fikri kafanızda nasıl şekillendi? Ben bir roman yazayım herkes çok etkilensin mi dediniz yoksa duygularım içime sığmıyor, taştı… Bunu kaleme mi dökeyim dediniz?

Açıkçası benim kafamda bir kitap fikri gelişmedi… Ortaokul çağlarımdan beri yazıyorum ve liseden sonra üniversitede okul dergilerinde hikayelerim yayınlandı. Kimi ödüller aldım fakat benim açımdan daha önemlisi yazmakla hep uğraştım. İtalya’da kimi hikayelerim gazetelerin hafta sonu eklerinde yayınlandı. İçimdeki duyguları ortaya dökmek ve bunu yazı yoluyla yapmak hep ilk tercihimdi. Sonra belli bir noktada bu duygular bir roman olarak ortaya çıkmaya başladı. Bu roman ve bu romandaki karakterler benim üzerimden kendilerini tarihin sahnesine attılar diyelim.

“BU ROMANIN ARKASINDA SADECE YAZARIN DUYGULARI VAR, KENDİ DÜNYASINDAN AKTARDIĞI ÇIPLAK VE BİREBİR GERÇEK DUYGULARI…”

Roman buram buram aşk kokuyor ve şimdiden kitap çok konuşulmaya başlandı. Bunun başarısını neye bağlıyorsunuz?

Kitabı yazarken rakamları düşünmedim. Bir kişiyle duygularını paylaşmak bir insan için zaten çok büyük bir hediyedir. Rakamları düşünerek yazmak bana göre yazarın kendisinden uzaklaşması demektir. Öte yandan, kitabım çıktığının üçüncü haftasında tüm kitapçılarda tükendi ve yeni siparişler aldı. Üstelik bir reklam kampanyası yapmadım ve basında pek yer almadım. Okuyanlar birbirlerine tavsiye etmeye başladılar ve ilgi kısa zamanda çığ gibi büyüdü. Bu benim açımdan çok kutsal bir gelişme, şükrediyorum. Bana samimi mesajları ile ulaşan tüm okurlarıma minnettarım. Bu başarının sebebi bence, kitabın samimi duygularla ve projesiz olarak yazılmış olması. Arkasında hiçbir proje ve yapay destek olmayan bir roman… Bu romanın arkasında sadece yazarın duyguları var, kendi dünyasından aktardığı çıplak ve birebir gerçek duyguları…

Bir dönem sinemada ‘Issız Adam’ furyası vardı ve uzun süre hafızalardan silinmedi… Müzikleri de aynı şekilde… “Gecede Saklı Yalnız Aşklar” romanındaki aşk ve karakterleri de fenomen olur mu dersiniz?  Bir de kitaba müzik uyarlamak istersek en çok neyi yakıştırırız?

Romanda 16 adet parça var. Okurlarım parçaları dinleyerek okuyorlar; zira spotify üzerinde romanın ismiyle parçaların listesine ulaşmak mümkün. Kitabın parçası hangisi derseniz ‘Bir vurgun bu sevda’ ile başlıyor ‘Eric Serra – Nikita’  filminin müziği ile bitiyor. Şarkıların hepsi çok beğenildi ve geçtikleri sayfaların ruhunu yansıtıyorlar. Benim için müzik duyguları harika ifade ediyor ve romana eşlik etmenin ötesinde romanın ruhunda ritm tutuyor. Sayfalardan taşan duyguları müzik okurlara ulaştırıyor. Müziksiz ve kitapsız yaşamak imkansızdır.
Romandaki karakterler fenomen olacaktır, senaryosu konusunda teklifler alıyorum. Ancak bu konuda acelem yok. Öncelikle bu yaz romanın keyfini sürmek ve yaz aşklarına eşlik etmesini izlemek istiyorum.

Hikayenin tadı damaklarda kalıyor. Romanın devamı gelecek mi?

Bu roman, okurlarımın sonundan anladıkları üzere, burada bitmiyor… Seri 5 kitaplık bir hikayeyi kapsıyor. Devam kitaplarının çıkış tarihleri bile şimdiden aşağı yukarı belli. Ancak dediğim gibi, romanım çıkalı sadece bir ay oldu, çok yeni bir heyecan ve bunu doya doya yaşamak istiyorum.

“KADINLAR ROMANIMDA BİR ERKEĞİN RUHUNDA GEZİYE ÇIKIYORLAR.”

Bora kadınlara erkekleri anlama ve çözme kılavuzu olur mu dersiniz?

Oldu bile… ( kahkahalar…) Kadınlar romanımda bir erkeğin ruhunda geziye çıkıyorlar. Bir erkek aşkı nasıl yaşar? Bunu açıkça ortaya koyabilmek için kapalı kapılar ardındaki gizemi yazdım. Bir erkeğin davranışlarının ardında gerçekte hangi duygular vardır? Aşkı içine kapatmış bir adam buna ne kadar devam edebilir? Hangi noktada duyguları erkeğin ruhunu ele geçirir ve mantığına karşı galip gelebilir? Ve daha nice noktalar, romanın sayfalarında kadın okurlarım ile buluşuyor… Kadın okurlarımdan bu kısa sürede aldığım geri dönüşler gösteriyor ki; ortaya koyduğum duygular onların hayatlarına dokunmuş. Kendi hayatlarından, eşlerinden ve sevgililerinden ortak özellikleri Bora’da bulmuşlar…

Gelelim gündelik hayatta aşka… Aşk sizce nedir?

Aşk hayatın anlamıdır. Yaptığım her şeye aşkla yaklaşırım. Eğer bu duyguya sahip değilsem o işe başlamam. Aşkı derinden hissetmediğim hiçbir kadınla cinsel hayatım olmadı. Benim için cinsellik, eğer aşk yoksa,  tamamen mekanik bir eylemdir; ki ben mekanik eylemlerde asla bulunmam. Ben öyle bir hayattan zevk almıyorum.

SAHİP OLDUĞU KADINI ELİNDEN KAÇIRDIĞI ZAMAN, ERKEĞİ PERİŞAN EDEN DUYGU O KADINA OLAN AŞKI DEĞİL, O KADININ SEVGİSİNİ VE BEDENİNİ BİR BAŞKA ERKEĞE SUNMA İHTİMALİDİR.

Kadın mı yoksa erkek mi daha derin yaşıyor aşkı sizce?

Kadınlar anatomik olarak, Yaradan’ın onlara verdiği özellik gereği, duyguları ön planda tutarlar. Öncelikle ilgi isterler çünkü bir erkek öncelikle kadınların duygularına hitap etmelidir. Duygu dünyası tatmin edilmelidir çünkü derindir, kadının duyguları eşsizdir. Kadınlar her anlamda daha derin ve detaylı düşünürler çünkü kadınlar her anlamda erkeklerden daha zekidirler ve daha derin bir ruha sahiptirler. İşte bu noktada, kadın aşkı erkekten daha derin yaşamakla kalmaz, aşkı tüm hücrelerinde yaşar. Erkek öncelikle cinselliği hedefler ve duyguları es geçer. Sahip olduğu kadını elinden kaçırdığı zaman, erkeği perişan eden duygu o kadına olan aşkı değil, o kadının sevgisini ve bedenini bir başka erkeğe sunma ihtimalidir. Ben erkeklerde genel olarak bunu görüyorum.

İlişki bittiğinde hangisi daha çok acı çekiyor? Biz kadınlar hep daha fazla acı çeken ve yıpranan taraf olduğumuzu düşünürüz genelde… Erkek ne yaşıyor? Siz ne yaşıyorsunuz? Bora ne yaşıyor?

Kitapta Bora şöyle diyor, “Her şeyin bittiğini bakışlarıyla söylüyordu kadınlar…” Kadın, çok derinden ve gerçek sever, tüm hücrelerinde kendisini ait hissettiği erkeğe aşkını adeta biriktirir. Ancak bitirdiğini bakışlarında görürsünüz, o kadar soğuk ve o kadar yabancı bakar ki erkek anasından doğduğuna pişman olur o anda… Hani soğuk terlemek diye bir şey vardır? Aniden buz gibi terler insan… İşte erkek kadının gözlerinde bu duygusuz bakışları gördüğünde her şeyin bittiğini anlamak zorunda kalır. Her ne kadar bunu kabul etmek istemese de…

Bir de unutma meselesi var? İnsanlar ayrılıyor, zaman geçiyor… Erkek mi daha tutuklu kalıyor, kadın mı?

Kadın zor bitirir ama sağlam bitirir. Erkek ise bir boşluğa düşer, berduş olur. Ben henüz berduş olan bir kadın görmedim. Kadın aşkını bir başka erkeğe sunabilir ancak erkek asla kalbindeki o prangayı çekip atamaz.

“AŞKTA TEZATLAR VARDIR VE BÜYÜK LAFLARA YER YOKTUR. BİR KADIN MESELA BEN KEL ERKEK SEVMEM DER VE GİDER KEL BİR ADAMA AŞIK OLUR.”

Kadının neyi hiç unutulmuyor? Bakışı mı, gülümsemesi mi, kokusu mu, sesi mi, şefkati mi, öpmesi mi?

Bu çok enteresan bir soru… Zira her erkeğin kadında etkilendiği noktalar başkadır. Bora için Ayvalık’ta seneler önce aşık olduğu kadının kokusu, saçları ve gülüşü unutulmuyor. Oysa öpüşmeyi sevmeyen bir kadına aşık olmuş ve Bora öpüşmeyi çok seven bir adam… Aşkta tezatlar vardır ve büyük laflara yer yoktur. Bir kadın mesela ben kel erkek sevmem der ve gider kel bir adama aşık olur. ( kahkahalar…)

Hangisi kaybediyor sizce? Terk eden mi terk edilen mi?

İşte romanda bu konuyu çok detaylı işledim… Elbette tamamı kitapta ancak burada kısaca yanıt vermem gerekirse, Bora terk edip İtalya’ya gitmiş ancak aklı sevgilisinde kalmış bir adam. Kimi zaman bir kazanç aslında büyük bir kayıptır. Kimi zaman kaybettim dersiniz ancak kazanan siz olursunuz. İnsan aşktaki tarafını asla tam olarak kestiremez, aşkı bir serüven haline getiren de budur işte…

“ANASINA BAK KIZINI AL DEĞİL, ANASINA BAK OĞLUNU AL…”

Erkekler aşık kadınlardan değil baskı yapan kadınlardan korkar demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız? Erkekler aslında neden korkar? Neye daha çabuk evet derler… Neden son yıllarda bir sürü yalnız kadın görüyoruz, erkekler çok korktuğu için mi?

Ben asla tüm erkekler hakkında beyanat veremem, zira erkekler de günümüzde çok değiştiler. Ancak ben kadınlara daha önceki bir röportajımda önemli bir tüyo verdim ve bu konuda çok fazla geri dönüşler aldım. Kadınlar bana bu konuda hak verdiler. Şöyle dedim, “Anasına bak kızını al değil, anasına bak oğlunu al…” Ben kadınlara, ana kuzusu adamlardan uzak durmalarını söylüyorum, zira bahsettiğiniz yalnız kadın konumunda çok fazla arkadaşım var ve hepsi de anasına bağlı adamlardan ayrılmışlar… Öte yandan kadınlar büyük bir ikilem yaşıyorlar. Kendilerine çok ilgi gösterecek ve sürekli onları baş tacı edecek adamlar arıyorlar. Yumuşak adamlar buluyorlar kendilerine ve bu adamlar annesinin dizinin dibinden ayrılmamış erkekler oluyor… Sonra bu erkekler onlara gerçek bir erkek hissi vermiyor ve kadınlar bir boşluğa düşüyor. Son olarak şunu söylemeliyim. Kadınlar gerçek bir erkekle birlikte olmak isterler ve gerçek erkeğin ne demek olduğunu kadınlar çok iyi bilirler, genetik olarak bunu hissederler…

Baktığımızda hep ”Ben duygularımı içimde yaşarım.” diyen erkekler görüyoruz. Bu duyguları içinde yaşama şekli nasıl bir şey?

Erkek bunu ruhunun yapısından veya gururundan yapabilir… Hele Türk toplumunda, erkek duygularını açık etmemek üzerine yetiştiriliyor. Bana kalırsa bunu değiştirmek mümkün değil, zira erkekler bu yapıda eğitim görüyorlar. Aileden böyle yetiştiriliyorlar, ataerkil toplumda erkek duygularını gösteremez bu bir zayıflık olarak algılanır. Bora ise böyle bir yapıda değil ancak yine de duygularını saklıyor çünkü farklı sebepleri var… Onların yanıtları romanda…

Aşık insan duygularını içinde tutabilir mi? Mümkün mü bu? Siz nasıl gösterirsiniz, Bora nasıl gösteriyor? 

Erkeğin bir kadına bakışlarında aşkı hemen görürsünüz. Bakışlarda her şey nettir. Ben bakışlarımda aşık olduğum kadınlara konuşmadan derdimi anlattım. Hemen durumu anladılar. Kimi beni istedi, kimisi aşkı istemedi sadece anlık zevkleri istedi benden. Ama hepsi aşkı gördüler gözlerimde. Bora ise farklı gösteriyor aşkını, kendine has yöntemleri var…

Çok aşk romanı var ama siz erkeğin duygularını anlatmışsınız, bu da sanırım kitabı daha cazip kılıyor. Emeğinize, yüreğinize, kaleminize sağlık tekrar… Yazının başında da dediğim gibi bir “Issız adam” furyası vardı bir dönem. Ağlaya ağlaya defalarca izledik… Bu kitap da ağlaya ağlaya defalarca okunacak gibi geliyor bana… Bora da fenomen bir karakter olabilir… Bu anlamda kitabın dizi ya da sinemaya uyarlanmasına sıcak bakar mısınız?

Çok zarifsiniz çok teşekkür ederim. Kitabın beş kitaplık bir serinin ilk romanı olması nedeniyle Bora’nın hikayesi burada sadece başladı. Bir dizi olarak senaryosu yazılması konusunda bana teklifler geliyor. Film olarak İtalya’da çekilmesi konusunda İtalya’daki menajerime teklifler geliyor. Bütün bunların zamanı var… Bu yaz bu kitabın aşkıyla doluyum ve yazı bitirmeden bunları düşünmek istemiyorum…




Röportaj: Şükriye Özgül

13 Temmuz 2017 Perşembe

OMUZ VE KOL AĞRISINI HAFİFE ALMAYIN… AKCİĞER KANSERİNİN EN SİNSİ TÜRÜ ÖNCE OMZU VE KOLU VURUYOR.


Omuz ve kol ağrısı ile kendini gösteriyor. Tanısı bu yüzden gecikebiliyor. Akciğer kanserinin en sinsi türü olan ‘SST (pancoast tümörü)’ için geliştirilen multidisipliner tedavi yaklaşımı hastalara umut oluyor…

 En sık görülen ve ölümcül sonuçlar doğuran akciğer kanseri sinsi kanserler arasında yer alıyor!  Ancak akciğer kanserinin öyle bir türü var ki, standart belirtilerden farklı belirti veriyor ve tanı koymada uzmanları da zorlanıyor. SST (Superiol Sulkus Tümörü) denilen kanser türü 2’inci kaburganın üst kısmına, boyuna ve omuza yakın bölgede yapılanıyor  burada bulunan sinir ve damarlara bası veya yayılım gösterdiğinden  şiddetli omuz ve kol ağrılarına neden oluyor. Geçmişte cerrahi müdahale ile tedavisi mümkün olmayan hastalıkta günümüzde kemoradyoterapiyi takiben cerrahi müdahale de yapılabilir hale geldi. Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesinden Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan Multisipliner bir tedavi yaklaşımı ile bu hastaların yaşam süresinin ve konforunun yükseltilebileceğini belirtti. Demirhan ‘SST’ ile ilgili bilinmeyenleri paylaştı
.
 “Belirtileri bildiğimiz akciğer kanseri belirtilerinden farklı gelişiyor.”

 Bu tarz tümörlerin klasik akciğer tömürü belirtilerinden farklı belirti verdiğinin altını çizen Doç. Dr. Özkan Demirhan.”His duyusunu sağlayan sinirleri etkiliyor ve kolun hareketini engelliyor. En belirgin özelliği şiddetli omuz ve kol ağrısı ile kendini gösteriyor. Bu ağrılar zamanla kola doğru yayılıyor ve kolda güçsüzlüğe neden oluyor. Daha ileri boyutta yüzü de etkileyebiliyor. Göz kapağının ya da göz çukurunun içeri kaçması gibi belirtiler gösteriyor.”şeklinde konuştu. Damarsal yapıya baskı veya tutulum olmasından dolayı kolda şişme de görülebilir."dedi.

 “Tanısı konulamayan omuz ve kol ağrısında göğüs cerrahisine de görünmeyi atlamamalı.”

 Belirtilerinden dolayı SST tanısında geç kalındığına dikkat çeken Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan,”Omuz ve kol  ağrısı şikayetleri ile insanlar genellikle Fizik Tedavi, Ortopedi ya da Nörolojiye başvuruyor. Buralarda ‘SST’ bulgusu olabileceği ihtimali atlanıyor doğal olarak. Hasta zaman kaybediyor ve hastalık ilerliyor. Tanısı konulamayan bir omuz ve kol ağrısı söz konusu olduğunda hastaların mutlaka göğüs cerrahına da başvurmaları hayati önem taşıyor. Düz akciğer grafisi genelde tanı koymada yetersiz kalıyor bu hastalıkta. SST’de akciğer grafisi temiz çıkabilir ve hastalık kolaylıkla atlanabilir. Bundan dolayı bilgisayarlı tomografi ile bakmak daha doğru sonuç verecektir. Tomografide şüpheli bir duruma rastlanması halinde durumun daha iyi değerlendirilmesi açısından hastalar MR’a yönlendirilir. Daha ileriki şamalarda da hasta biyopsi için yönlendirilir. Ayrıca PET CT ile de sistemik tarama yapmak gerekiyor. En sık beyne yayılan akciğer kanser türü olan SST tümöründe beyin taraması için MR çekilmesi de hayati önem taşıyor.”ifadelerini kullandı. 
“Multidisipliner Tedavi Yaklaşımı yüz güldürüyor.”


Son yıllarda pek çok rahatsızlıkta başarılı sonuçlar veren Multidisipliner Tedavi Yaklaşımının SST’de başarılı sonuçlar verdiğine değinen Demirhan,”Geçmişte bu hastlalara cerrahi müdahale yapılamıyordu. Ancak 1956 yılında Chardack ve MacCallum’um radyoterapi kombinasyonu ile ilk başarılı cerrahi girişimlerinin ardından SST’de radyoterapi sonrası operasyon yapılması gelenek haline gelmiştir. 1990' larda kemo-radyoterapiyi takiben cerrahi girişim SST için standart tedavi olarak kabul edilmiş ve günümüzde de halen kullanılmaktadır. Multidispliner Tedavi yaklaşımı ile sağ kalımı oranını 5 yılda yüzde 35 – 60’ lara ulaştığı görülmüştür. SST’lerin de mültidispliner bir cerrahi yaklaşımın yanında mutlaka konsey kararı ile Kemoterapi ve Radyoterapi öncesi ve sonrası çok dikkatli değerlendirilmesi gerekir. Çünkü anatomik zorluklardan dolayı hastaya gereksiz bir işlem yapmak hasta ve hekim açısından istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Kemoterapi - Radyoterapi sonrası 4-6 haftayı geçirmeden güncel radyolojik değerlendirme ile operasyona karar verilmelidir. Hangi cerrahi teknik ve cerrahi kesi kullanılacak olursa olsun onkolojik prensiplerden ödün verilmemelidir.”dedi.

11 Temmuz 2017 Salı

NEŞTERSİZ BURUN ESTETİĞİ TEKNİKLERİ…


Estetik deyince ilk akla gelen şüphesiz burun estetiği oluyor. Ancak ameliyattan ya da narkozdan korkanlar burnuna estetik yaptırmaya 
çok sıcak bakmıyor. Hal böyle olunca çoğu zaman burnu ile harp halinde kadınlara ya da erkeklere rastlayabiliyoruz. Neyse ki son yıllarda estetik sektöründe meydana gelen gelişmeler ve yenilikler estetik ameliyatlardan korkanlara çözüm getirdi. Pek çok neştersiz sihirli dokunuşun arasına, ameliyatsız burun estetiği de dahil oldu. Peki bu uygulamalardan kimler faydalanıyor, işlemler nasıl yapılıyor ve sonuçlar kişiyi ne kadar mutlu ediyor? Tüm bu soruların cevaplarını İstinye Üniversitesi Hastanesinden Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Harun Çöloğlu verdi.



Ameliyatsız burun estetiği burun deri,  kemik ve kıkırdaklarına herhangi bir kesi yapmadan gerçekleşen bir yöntemdir. Yöntem lokal anestezi altında basit ve kolayca uygulanabiliyor. Çeşitli hazır dolgu materyallerinin enjeksiyonu ile burun ucu kaldırma ve burun kökünü düzleştirerek yapılan burun restorasyon işlemidir. İlk başlarda ben de bu işleme ön yargılı olsam da,  sonraları yapmaya başlayınca uygulanabilirliğinin çok yüksek olduğunu gördüm. Bazen küçük bir dokunuş ile harikalar yaratılabilir.
Tabi doğru hasta seçimi çok önemli! Burun problemi olan kişilerin çoğunu, bu işlem ile memnun etmek imkansız. Eğer kişi “Ben ameliyat olmak veya uyumak kesin istemiyorum.” derse böyle bir seçenek sunulabilir. Bilgisayar ortamda sonucun nasıl olacağı gösterilip bu işlem yapılabilir. Burun eğrili çok fazla, kemer yüksekliği belirgin olan kişilerde başarı şansı oldukça düşük.

“Burun ameliyatı sonra problem çözmede çok etkili.”

Özellikle revizyon (sekonder)  rinoplasti dediğimiz burun ameliyatları sonrası oluşan problemleri çözmede bu yöntem oldukça başarılı. Yapılan bir çalışmada bu işlemin yaygınlaşması ile sekonder burun ameliyatları sayısının oldukça azaldığı gösterilmiş. Her işlemde olduğu gibi deneyim yine önemli. Ortalama kalıcılığı bir yıl olan, güvenlik sınır geniş, hyaluronik asit içeren dolguları tercih etmekteyiz. Kalıcı olan dolgularda problem çıkma olasılığı çok yüksektir, bu yüzden önermiyoruz. Eğer hasta yapılan işten memnun kalmaz ise hyaluronik asit içeren dolguları basit bir şekilde tekrar eritme şansımız da var, bu da diğer bir avantajı. Kalıcı dolgularda bu seçenek yok. Bir diğer konu dolgu yaparken yanlışlıkla damar içine enjeksiyon riski bulunmaktadır. Burun anatomisi ve estetiğine hakim deneyimli bir plastik cerrahi uzmanının yapması çok önemli! Yoksa istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Artık gelişen teknoloji ve deneyim ile daha ağrısız, morluk olmayan, daha kolay, bazen aynı gün evine gönderebildiğimiz estetik burun ameliyatları yapabiliyoruz. Etkili ve güzel bir sonuç için ameliyat altın standart ama bazen dolguda yeteri kadar işe yarayabilir. Ameliyat stresi yok, hastanede yatış yok, şişlik yok, sonrasında hayatınıza kaldığınız yerden devam. 


Sonuç olarak ameliyatsız burun estetiği bir yalan değil. Doğru kişiye, doğru hekim tarafından, doğru seviyeye yapılan, doğru dolgular ile kısa bir sürede mucizeler yaratılabilir.”

10 Temmuz 2017 Pazartesi

MİYOMDAN KORKMAYIN AMA İHMAL DE ETMEYİN…


Kadınların başına çok sık gelen rahatsızlıklardan biri miyomlar. Her ne kadar iyi huylu olduklarını bilsek de yine bir ‘Acaba kansere dönüşür mü?’ korkusunu yaşatıyor bütün kadınlara. Kanser konusunda uzmanlar kadınları rahatlatıyor,” Miyomun kanserleşme ihtimali oldukça düşük” diyor ama öte yandan da “kesinlikle ihmale gelmemesi gerekir” diye de uyarıyor. İstinye Üniversite Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Bülent Tekin miyomlarla ilgili merak edilen sorulara şu şekilde yanıt veriyor.


 “Rahim içinde bulunan ve çoğu zaman iyi huylu tümörler olarak tanımlanan miyomlar, her ne kadar zararsız görünseler de, düzenli kontrol edilmezse daha büyük sorunlara neden olabilir. Kanserleşme olasılığı oldukça düşük olması nedeniyle, iyi huylu olarak tanımlanan miyomlar, aslında kanama sorununa yol açabildiğinden müdahale gerektiriyor. Peki, miyom belirtileri nasıl baş gösterir? Miyomların tedavisi hangi yöntemlerle gerçekleştirilir?

Genellikle 40 yaş üstü kadınlarda görülüyor…

Miyom, hemen hemen her kadının duyduğu veya karşılaştırdığı yaygın bir hastalıktır. Miyom rahimden kaynaklanan iyi huylu tümördür. Tümör deyince insanları bir korku salar çünkü genelde tümör ve kanser eşdeğer kavramlar zannedilir. Tümör kelimesi, Latince’de şişlik demektir bu yüzden vücudumuzdaki herhangi bir dokudan kaynaklanan kitlelere tümör denilir.  Rahim üç tabakadan oluşur.  Orta tabaka olan ‘myometrium’ bölümünde oluşan kitlelerin çoğunluğu miyomdur ve genellikle bu miyomlar 40 yaş üstü kadınlarda görülmektedir.

Kanama, sık idrara çıkma, kabızlık gibi belirtiler gösterebilir…

Miyomlar, genellikle bir belirti vermeden, kadınların rutin jinekolojik muayenelerinde tesadüfen saptanırlar.  Rutin kontrollerine girmeyen bir kadında kanama, sık idrara çıkma, kabızlık veya karın üzerinden ele gelen kitle şeklinde belirti verebilir. Miyomların çoğunluğu yapılan ultrasonografiyle görülürler. Ultrason yaparken miyomların büyüklükleri ve bulundukları yer iyi tespit edilmelidir çünkü tedavi de buna göre planlanır. Rahmin en iç tabakasına yakın olan miyomlar küçük bile olsalar, kanama yapacakları için çıkarılmalıdırlar. Oysaki rahmin dış tabakasına doğru uzanan miyomlarda cerrahiden mümkün olduğunca uzak durmak gerekir. Bu tür miyomlar ancak idrar torbasına veya bağırsaklara baskı yaparlarsa ameliyat edilmelidirler.

Takip sıklığı bir yılı geçmemeli…

Miyomun yerine bakılmaksızın dikkat edilmesi gereken başka bir husus da miyomun büyüklüğüdür. Rahmi 12 haftalık gebelik iriliğine kadar büyüten miyomlar da ameliyat edilmelidir. Ameliyat gerektirmeyen miyomları 6 ay arayla takip etmek yeterlidir. Yavaş büyüyen veya büyümeyen miyomlarda bu takip süresi bir yıla çıkartılabilir. Takipler sırasında hızlı büyüyen miyomlarsa ’sarkom’ adını verdiğimiz kanser şüphesinden dolayı ameliyat edilmelidir. Anlaşılacağı gibi miyomlarda kanserleşme riski yok denecek kadar azdır. Sadece hızlı büyüyen miyomlarda kanserden şüphelenilir ve bunlarında çoğu ameliyat sonrasında kanser çıkmazlar.

Gebelikteki miyomlara önlem alınmalı...

Miyomlar gebelikte büyüme eğilimindedirler, menopozda ise küçülürler. Bu yüzdendir ki doğum sonrası tespit edilen miyomlarda 6 ay - bir yıl kadar beklemek gerekir. Çünkü bu miyomların çoğu küçülür ve ameliyat edilmeyecek, takip edilecek boyutlara gelirler. Menopozdaki miyomlar ise küçülme eğiliminde olduklarından, genellikle ameliyat edilmezler. Ancak menopozda büyüyen miyomlarda,  kanser şüphesi nedeniyle mutlak ameliyat gerekir.

Tedavide uygulanan en etkili yöntem cerrahi…


Miyomlarda en etkin ve en yaygın tedavi şekli cerrahidir. 40 yaş üzeri ve çocuk istemeyen hastalarda genellikle rahmin tamamen alınması uygundur. 40 yaş altındaki veya çocuk istemi olan hastalarda ise rahmi korumak için sadece miyomu almak en uygun yaklaşımdır. Rahim alma ameliyatında laparoskopik teknik veya açık cerrahi teknik uygulanabilir. Sadece miyom çıkarılacaksa cerrahi teknik miyomun yerleşim yerine göre belirlenmelidir. Rahmin iç duvarına yakın olan miyomlar histeroskopik teknikle çıkarılmalıdır. Bu teknikte hastanın karnı hiç kesilmez. Aynen mideye yapılan endoskopik girişimler gibi vajinal yoldan bir kamera sistemiyle rahimin içine girilir ve görülen miyom tıraşlama tekniğiyle tamamen çıkartılır. Bu teknikte kesi veya dikiş kullanılmaz. Rahmin dışına doğru yerleşen miyomlarda ise laparoskopik veya açık cerrahi teknik kullanılmalıdır. Cerrahi teknik dışında kullanılan tedavi metotları maalesef çok başarılı değildir. Sonuç olarak miyom çoğu kadının karşılaşabileceği ve genellikle ameliyat gerektirmeyen masum bir rahim içi oluşumudur. Kontrollerin düzenli yapıldığı hallerde hiç kaygılanılmaması gereken bir hastalıktır.