Ey
aşk… Ne şarkılar, ne romanlar yazıldı uğruna? Asırlar bitti, insanlar eskidi
de bir sen eskimedin…
Hayatımızda her zaman gündem maddesidir aşk... Bazen hayal kırıklığı ile, bazen terk edilişlerle küstürse de kendine, sonunda yine tazelenip kalplerde yeşermeyi başaran ilahi bir duygu aşk.
Ve
kadınlar! Bizim hayatımız hep erkekleri anlamaya çalışmakla geçiyor. Çözülemeyen
bulmaca misali didik didik ediyoruz onları. Onlara çaktırmadan yapıyoruz bunu
tabi… Didikledikçe ‘anladım, çözdüm’ diyoruz ama bir gün bir bakıyoruz, ‘o adam, o adam değil’. Bir bakıyoruz gitmiş, bir bakıyoruz dönmüş… Döndüğü gibi bulmuş
ya da bulamamış… Bu yolların sonu nereye varırsa varsın, yolun sonunda bekleyen
şey değişmiyor. AŞK.
Aşk
denilince son zamanlarda tek geçtiğim isimlerden biri Adil Yıldırım. “Gecede
Saklı Yalnız Aşklar” romanı ile deyim yerindeyse ortalığı salladı. Sıradan ya
da alışılageldik aşk romanlarından değil “Gecede Saklı Yalnız Aşklar”.
Yazar titizlikle, samimiyetle ve duygularının tüm çıplaklığı ile kadınlara ‘erkekleri
anlama ve çözme kılavuzu’ çıkarmış. Bunu yaparken de içine aşkı oya gibi işlemiş.
Kitabın
yazarı Adil Yıldırım’la çok esaslı bir röportaj yaptık. İçtenlikle ve
samimiyetle cevapladı tüm soruları. Kitabı konuştuk, kadınları konuştuk,
erkekleri konuştuk, terk edilmeyi konuştuk, aşkı konuştuk…
Adil
Yıldırım’ı biraz tanıyabilir miyiz?
Yazmak benim için bir aşk. Kendini ifade edebilmenin
binlerce farklı yolundan bir tanesi… Kimi insanlar hayatlarını kurdukları şema
içerisinde idame ettirirken, kimileri kendini ifade etmeyi dert edinir. Buradan
sanat çıkar, tarih çıkar, romanlar çıkar ve yaratımlar çıkar… Ben de kendimi
yazarak ve özellikle de edebiyatla ifade ediyorum… Yazdıklarım ruhumu ortaya
koyuyor ve bir yazar için bundan daha büyük bir keyif olamaz. Bunun dışındaki
kimlik bilgilerini bir yana bırakırsak; Adil Yıldırım edebiyata aşık bir adam,
çocukluğumdan beri böyle… Ben romanlar okuyarak büyüdüm ve orada, işte tam o
noktada kendime ait bir ifade dünyası kuruyorum…
“Gecede Saklı Yalnız Aşklar”a hemen
geçelim… Bu kitap fikri kafanızda nasıl şekillendi? Ben bir roman yazayım
herkes çok etkilensin mi dediniz yoksa duygularım içime sığmıyor, taştı… Bunu
kaleme mi dökeyim dediniz?
Açıkçası benim kafamda bir kitap fikri
gelişmedi… Ortaokul çağlarımdan beri yazıyorum ve liseden sonra üniversitede
okul dergilerinde hikayelerim yayınlandı. Kimi ödüller aldım fakat benim
açımdan daha önemlisi yazmakla hep uğraştım. İtalya’da kimi hikayelerim
gazetelerin hafta sonu eklerinde yayınlandı. İçimdeki duyguları ortaya dökmek
ve bunu yazı yoluyla yapmak hep ilk tercihimdi. Sonra belli bir noktada bu
duygular bir roman olarak ortaya çıkmaya başladı. Bu roman ve bu romandaki
karakterler benim üzerimden kendilerini tarihin sahnesine attılar diyelim.
“BU ROMANIN ARKASINDA SADECE YAZARIN DUYGULARI VAR, KENDİ
DÜNYASINDAN AKTARDIĞI ÇIPLAK VE BİREBİR GERÇEK DUYGULARI…”
Roman
buram buram aşk kokuyor ve şimdiden kitap çok konuşulmaya başlandı. Bunun
başarısını neye bağlıyorsunuz?
Kitabı yazarken rakamları düşünmedim.
Bir kişiyle duygularını paylaşmak bir insan için zaten çok büyük bir hediyedir.
Rakamları düşünerek yazmak bana göre yazarın kendisinden uzaklaşması demektir. Öte
yandan, kitabım çıktığının üçüncü haftasında tüm kitapçılarda tükendi ve yeni
siparişler aldı. Üstelik bir reklam kampanyası yapmadım ve basında pek yer
almadım. Okuyanlar birbirlerine tavsiye etmeye başladılar ve ilgi kısa zamanda
çığ gibi büyüdü. Bu benim açımdan çok kutsal bir gelişme, şükrediyorum. Bana
samimi mesajları ile ulaşan tüm okurlarıma minnettarım. Bu başarının sebebi
bence, kitabın samimi duygularla ve projesiz olarak yazılmış olması. Arkasında
hiçbir proje ve yapay destek olmayan bir roman… Bu romanın arkasında sadece
yazarın duyguları var, kendi dünyasından aktardığı çıplak ve birebir gerçek duyguları…
Bir
dönem sinemada ‘Issız Adam’ furyası vardı ve uzun süre hafızalardan silinmedi…
Müzikleri de aynı şekilde… “Gecede Saklı Yalnız Aşklar” romanındaki aşk ve
karakterleri de fenomen olur mu dersiniz? Bir de kitaba müzik uyarlamak
istersek en çok neyi yakıştırırız?
Romanda 16
adet parça var. Okurlarım parçaları dinleyerek okuyorlar; zira spotify üzerinde
romanın ismiyle parçaların listesine ulaşmak mümkün. Kitabın parçası hangisi
derseniz ‘Bir vurgun bu sevda’ ile başlıyor ‘Eric Serra – Nikita’ filminin müziği ile bitiyor. Şarkıların hepsi
çok beğenildi ve geçtikleri sayfaların ruhunu yansıtıyorlar. Benim için müzik
duyguları harika ifade ediyor ve romana eşlik etmenin ötesinde romanın ruhunda
ritm tutuyor. Sayfalardan taşan duyguları müzik okurlara ulaştırıyor. Müziksiz
ve kitapsız yaşamak imkansızdır.
Romandaki
karakterler fenomen olacaktır, senaryosu konusunda teklifler alıyorum. Ancak bu
konuda acelem yok. Öncelikle bu yaz romanın keyfini sürmek ve yaz aşklarına eşlik
etmesini izlemek istiyorum.
Hikayenin tadı damaklarda kalıyor. Romanın devamı gelecek mi?
Bu roman, okurlarımın sonundan
anladıkları üzere, burada bitmiyor… Seri 5 kitaplık bir hikayeyi kapsıyor. Devam
kitaplarının çıkış tarihleri bile şimdiden aşağı yukarı belli. Ancak dediğim
gibi, romanım çıkalı sadece bir ay oldu, çok yeni bir heyecan ve bunu doya doya
yaşamak istiyorum.
“KADINLAR
ROMANIMDA BİR ERKEĞİN RUHUNDA GEZİYE ÇIKIYORLAR.”
Bora
kadınlara erkekleri anlama ve çözme kılavuzu olur mu dersiniz?
Oldu bile… ( kahkahalar…) Kadınlar
romanımda bir erkeğin ruhunda geziye çıkıyorlar. Bir erkek aşkı nasıl yaşar? Bunu
açıkça ortaya koyabilmek için kapalı kapılar ardındaki gizemi yazdım. Bir
erkeğin davranışlarının ardında gerçekte hangi duygular vardır? Aşkı içine
kapatmış bir adam buna ne kadar devam edebilir? Hangi noktada duyguları erkeğin
ruhunu ele geçirir ve mantığına karşı galip gelebilir? Ve daha nice noktalar,
romanın sayfalarında kadın okurlarım ile buluşuyor… Kadın okurlarımdan bu kısa
sürede aldığım geri dönüşler gösteriyor ki; ortaya koyduğum duygular onların
hayatlarına dokunmuş. Kendi hayatlarından, eşlerinden ve sevgililerinden ortak
özellikleri Bora’da bulmuşlar…
Gelelim
gündelik hayatta aşka… Aşk sizce nedir?
Aşk hayatın anlamıdır. Yaptığım her
şeye aşkla yaklaşırım. Eğer bu duyguya sahip değilsem o işe başlamam. Aşkı
derinden hissetmediğim hiçbir kadınla cinsel hayatım olmadı. Benim için
cinsellik, eğer aşk yoksa, tamamen
mekanik bir eylemdir; ki ben mekanik eylemlerde asla bulunmam. Ben öyle bir
hayattan zevk almıyorum.
SAHİP
OLDUĞU KADINI ELİNDEN KAÇIRDIĞI ZAMAN, ERKEĞİ PERİŞAN EDEN DUYGU O KADINA OLAN
AŞKI DEĞİL, O KADININ SEVGİSİNİ VE BEDENİNİ BİR BAŞKA ERKEĞE SUNMA İHTİMALİDİR.
Kadın
mı yoksa erkek mi daha derin yaşıyor aşkı sizce?
Kadınlar anatomik olarak, Yaradan’ın
onlara verdiği özellik gereği, duyguları ön planda tutarlar. Öncelikle ilgi
isterler çünkü bir erkek öncelikle kadınların duygularına hitap etmelidir. Duygu
dünyası tatmin edilmelidir çünkü derindir, kadının duyguları eşsizdir. Kadınlar
her anlamda daha derin ve detaylı düşünürler çünkü kadınlar her anlamda
erkeklerden daha zekidirler ve daha derin bir ruha sahiptirler. İşte bu
noktada, kadın aşkı erkekten daha derin yaşamakla kalmaz, aşkı tüm hücrelerinde
yaşar. Erkek öncelikle cinselliği hedefler ve duyguları es geçer. Sahip olduğu
kadını elinden kaçırdığı zaman, erkeği perişan eden duygu o kadına olan aşkı
değil, o kadının sevgisini ve bedenini bir başka erkeğe sunma ihtimalidir. Ben
erkeklerde genel olarak bunu görüyorum.
İlişki
bittiğinde hangisi daha çok acı çekiyor? Biz kadınlar hep daha fazla acı çeken
ve yıpranan taraf olduğumuzu düşünürüz genelde… Erkek ne yaşıyor? Siz ne
yaşıyorsunuz? Bora ne yaşıyor?
Kitapta Bora şöyle diyor, “Her şeyin
bittiğini bakışlarıyla söylüyordu kadınlar…” Kadın, çok derinden ve gerçek
sever, tüm hücrelerinde kendisini ait hissettiği erkeğe aşkını adeta
biriktirir. Ancak bitirdiğini bakışlarında görürsünüz, o kadar soğuk ve o kadar
yabancı bakar ki erkek anasından doğduğuna pişman olur o anda… Hani soğuk
terlemek diye bir şey vardır? Aniden buz gibi terler insan… İşte erkek kadının
gözlerinde bu duygusuz bakışları gördüğünde her şeyin bittiğini anlamak zorunda
kalır. Her ne kadar bunu kabul etmek istemese de…
Bir
de unutma meselesi var? İnsanlar ayrılıyor, zaman geçiyor… Erkek mi daha
tutuklu kalıyor, kadın mı?
Kadın zor bitirir ama sağlam bitirir.
Erkek ise bir boşluğa düşer, berduş olur. Ben henüz berduş olan bir kadın
görmedim. Kadın aşkını bir başka erkeğe sunabilir ancak erkek asla kalbindeki o
prangayı çekip atamaz.
“AŞKTA
TEZATLAR VARDIR VE BÜYÜK LAFLARA YER YOKTUR. BİR KADIN MESELA BEN KEL ERKEK
SEVMEM DER VE GİDER KEL BİR ADAMA AŞIK OLUR.”
Kadının
neyi hiç unutulmuyor? Bakışı mı, gülümsemesi mi, kokusu mu, sesi mi, şefkati
mi, öpmesi mi?
Bu çok enteresan bir soru… Zira her
erkeğin kadında etkilendiği noktalar başkadır. Bora için Ayvalık’ta seneler
önce aşık olduğu kadının kokusu, saçları ve gülüşü unutulmuyor. Oysa öpüşmeyi
sevmeyen bir kadına aşık olmuş ve Bora öpüşmeyi çok seven bir adam… Aşkta
tezatlar vardır ve büyük laflara yer yoktur. Bir kadın mesela ben kel erkek
sevmem der ve gider kel bir adama aşık olur. ( kahkahalar…)
Hangisi
kaybediyor sizce? Terk eden mi terk edilen mi?
İşte romanda bu konuyu çok detaylı
işledim… Elbette tamamı kitapta ancak burada kısaca yanıt vermem gerekirse,
Bora terk edip İtalya’ya gitmiş ancak aklı sevgilisinde kalmış bir adam. Kimi
zaman bir kazanç aslında büyük bir kayıptır. Kimi zaman kaybettim dersiniz ancak
kazanan siz olursunuz. İnsan aşktaki tarafını asla tam olarak kestiremez, aşkı
bir serüven haline getiren de budur işte…
“ANASINA
BAK KIZINI AL DEĞİL, ANASINA BAK OĞLUNU AL…”
Erkekler
aşık kadınlardan değil baskı yapan kadınlardan korkar demişsiniz. Bunu biraz
açar mısınız? Erkekler aslında neden korkar? Neye daha çabuk evet derler… Neden
son yıllarda bir sürü yalnız kadın görüyoruz, erkekler çok korktuğu için mi?
Ben asla tüm erkekler hakkında beyanat
veremem, zira erkekler de günümüzde çok değiştiler. Ancak ben kadınlara daha
önceki bir röportajımda önemli bir tüyo verdim ve bu konuda çok fazla geri
dönüşler aldım. Kadınlar bana bu konuda hak verdiler. Şöyle dedim, “Anasına bak
kızını al değil, anasına bak oğlunu al…” Ben kadınlara, ana kuzusu adamlardan
uzak durmalarını söylüyorum, zira bahsettiğiniz yalnız kadın konumunda çok
fazla arkadaşım var ve hepsi de anasına bağlı adamlardan ayrılmışlar… Öte
yandan kadınlar büyük bir ikilem yaşıyorlar. Kendilerine çok ilgi gösterecek ve
sürekli onları baş tacı edecek adamlar arıyorlar. Yumuşak adamlar buluyorlar
kendilerine ve bu adamlar annesinin dizinin dibinden ayrılmamış erkekler oluyor…
Sonra bu erkekler onlara gerçek bir erkek hissi vermiyor ve kadınlar bir
boşluğa düşüyor. Son olarak şunu söylemeliyim. Kadınlar gerçek bir erkekle
birlikte olmak isterler ve gerçek erkeğin ne demek olduğunu kadınlar çok iyi
bilirler, genetik olarak bunu hissederler…
Baktığımızda
hep ”Ben duygularımı içimde yaşarım.” diyen erkekler görüyoruz. Bu duyguları
içinde yaşama şekli nasıl bir şey?
Erkek bunu ruhunun yapısından veya
gururundan yapabilir… Hele Türk toplumunda, erkek duygularını açık etmemek
üzerine yetiştiriliyor. Bana kalırsa bunu değiştirmek mümkün değil, zira erkekler
bu yapıda eğitim görüyorlar. Aileden böyle yetiştiriliyorlar, ataerkil toplumda
erkek duygularını gösteremez bu bir zayıflık olarak algılanır. Bora ise böyle
bir yapıda değil ancak yine de duygularını saklıyor çünkü farklı sebepleri var…
Onların yanıtları romanda…
Aşık
insan duygularını içinde tutabilir mi? Mümkün mü bu? Siz nasıl gösterirsiniz,
Bora nasıl gösteriyor?
Erkeğin bir kadına bakışlarında aşkı
hemen görürsünüz. Bakışlarda her şey nettir. Ben bakışlarımda aşık olduğum
kadınlara konuşmadan derdimi anlattım. Hemen durumu anladılar. Kimi beni istedi,
kimisi aşkı istemedi sadece anlık zevkleri istedi benden. Ama hepsi aşkı
gördüler gözlerimde. Bora ise farklı gösteriyor aşkını, kendine has yöntemleri
var…
Çok
aşk romanı var ama siz erkeğin duygularını anlatmışsınız, bu da sanırım kitabı
daha cazip kılıyor. Emeğinize, yüreğinize, kaleminize sağlık tekrar… Yazının
başında da dediğim gibi bir “Issız adam” furyası vardı bir dönem. Ağlaya ağlaya
defalarca izledik… Bu kitap da ağlaya ağlaya defalarca okunacak gibi geliyor
bana… Bora da fenomen bir karakter olabilir… Bu anlamda kitabın dizi ya da
sinemaya uyarlanmasına sıcak bakar mısınız?
Çok zarifsiniz çok teşekkür ederim.
Kitabın beş kitaplık bir serinin ilk romanı olması nedeniyle Bora’nın hikayesi
burada sadece başladı. Bir dizi olarak senaryosu yazılması konusunda bana
teklifler geliyor. Film olarak İtalya’da çekilmesi konusunda İtalya’daki menajerime
teklifler geliyor. Bütün bunların zamanı var… Bu yaz bu kitabın aşkıyla doluyum
ve yazı bitirmeden bunları düşünmek istemiyorum…