23 Mart 2017 Perşembe


21 Mart Down Sendromlular Günü’ne ithafen…

Geçtiğimiz gün Down Sendrom’lular günüydü. O gün yazma fırsatım olmadı ama bugün saat geç de olsa bu konuyu atlamak istemedim.
Bundan bir yıl öncesine kadar Down Sendromu dendiğinde aklıma ve gözümün önüne sevimliğin sınırlarını zorlayan, bir bakışları ile insanın kalbine alabildiğine sevgi dolduran, yüzlerindeki ışıkla dünyanın yaşanılır ve umut vat eden bir yer olduğuna dair hayaller kurduran muhteşem insanlar geliyordu. Aramızda bir fark olduğu kesindi ama bu fark onların bizi insanlıkta sınıfta bırakacak muhteşem yaratılışı ve üstünlüğüydü.
Öyle ya… Hangimiz duygularımızda bu derece berrakız? Hangimiz karşılıksız sevmeyi başarabiliyoruz? Hangimiz şartlar ne olursa olsun sadece iyiyi ve güzeli düşünebiliyoruz? Ben bunları başarmayı deniyorum ama tam anlamı ile başarabildiğimi söyleyemeyeceğim. Sizi bilmem? Ama Down Sendromlu dostlarımız bu duyguları eksiksiz ve kusursuz yaşayabilme gücüne sahipler. Bu da Yaradan’ın onlara büyük bir lütfu yaşamda.
Bir yıl öncesine kadar bu şekilde düşünüyordum dedim çünkü yaklaşık bir yıl önce Down Sendromluluğuna dair çok farklı şeyler gördüm. Hamileliğimin 6’ıncı ayı gibiydi. Detaylı ultrason zamanımızdı. İstanbul’un hatırı sayılır üniversite hastanelerinden birine gittik. Özele güven olmaz devlet olsun dedik. Kulaktan kulağa, bir de böyle bir durum var. Hamilelikte insan hassaslığın ve duygusallığın zirvesine ulaşmışken her kafadan bir ses çıkıyor, herkes birden ordinaryus kesiliyor ve akıl vermekte yarışıyor malum. Böyle olunca da özeli de tüzeli de her şeyi deniyorsunuz. Her şey yolunda olsa bile deniyorsunuz hatta. Her neyse. Detaylı ultrason anında doktor hanımın yüz ifadesi hoşuma gitmedi. “Bir sorun mu var?”dediğimde. “Evet ciddi bir sorun olabilir.” dedi. Ben açıkçası bebeğimin hayatından endişe ettim. “Hayır.” dedi doktor hanım,” Böyle bir şey değil. Bebeğinizin kalbinde bir ışıma var. Böyle durumlar bize bebeğin Down Sendromlu doğabileceğini gösteriyor. Ancak kesin tanı için bazı tetkikler gerekli. Sıvı almamız gerekiyor ancak bu işlem bebeğinizi kaybetme riskini doğuruyor. İsterseniz özel laboraturalarda yapılan kan testleri var. Yurtdışı testler. Biraz fiyatlı. Riski yok ama kesin de sonuç vermiyor. Bence sıvıdan örnek vermeniz en doğrusu. Buna göre gerekirse önlem alarak tahliye ettirebilirsiniz.” dedi.
Dedi de ben dehşete düştüm. Tahliye etmek ne demek? Bebeğim cap canlı, karnımda tekmeler atıyor, biz birlikte müzik dinliyoruz. Bebeğime kitaplar okuyorum, beni dinlediğini biliyorum. Geceleri ikimiz de aynı tarafa yatmaktan hoşlanıyoruz. Ben onu rahat ettirmek için tek tarafıma yatıyorum aylardır, o da geceleri ağır geçen hamileliğimin yükünü hafifletmek için hiç yaramazlık yapmıyor. Sayesinde geceleri rahat uyuyorum. Biz şimdiden birbirimizi çok seviyoruz. Tahliye ne demek? Hem bebeğim bir birey. Henüz çok küçük... Ama o bir birey. Adı bile belli. Üstelik cinsiyeti belli olduğu ilk günden beri…  Bütün bu düşünceler saniyeler içine kafamın içinde döndü durdu. Genetiğe yönlendirildik. İçeride bir kişi vardı. O da benim gibi 40’lı yaşlarda bir hanımefendi. Ağlamaklı çıktı odadan. Hemen ardından ben ve eşim birlikte girdik odaya. Prof. Dr. Hanımın odası ve masası Down sendromlu çocukların fotoğrafları ile donatılmıştı. Bize ilk sorduğu soru,” Böyle bir çocuğa sahip olmak ister misiniz?” oldu. Resimlere baktım içim ısındı. O güzel yüzleri görmek kasvetli bir muayeneden sonra iyi gelmişti. Ancak saniyeler içinde daha da büyük bir dehşetle karşı karşıya olduğumuzu anladım. Doktor hanım cümlelerine” Yazık.” diye devam etti. “Bu çocuklar toplumda yok oluyor, eğitim alamıyor, bir yere sahip olamıyor. Aileler yıpranıyor. Bakımları çok zor... Okulları yok. Tedavisi yok. Ömür boyu özürlü bir çocukla uğraşmak zorunda kalacaksınız.” dedi.
“Siz ne dediğinizin farkında mısınız?” dediğimi hatırlıyorum sert bir ses tonu ile. Belki de bağırdım bilmiyorum, yarım yamalak hatırlamıyorum. Siz nasıl bir insansınız, nasıl bir doktorsunuz? Bu söylediklerinizi asla kabul etmiyorum. Sizin istediğiniz testleri yaptırmıyorum. Bebeğim de böyle doğacaksa başımın üstünde yeri var. Yaradan onu bize böyle verecekse siz buna engel olamazsınız.” diyebildiğimi hatırlıyorum. Sonra bize bir form imzalattılar. Aile testi kabul etmiyor dediler.
O gün ve devamındaki günlerde başhekimlikten başlayarak Sağlık bakanlığına kadar pek çok yere durumu bildirdim. Şikayette bulundum. Ancak hiç kimse şikayetime karşılık yüreğine su serpecek bir cevap veremedi. Sadece,” Fotoğraf gösterip bunu bu şekilde anlatmak etik değil. Ancak size yanlış bir tedavi uygulanmamışsa hekim suçlu sayılmaz.” dedi hemen herkes.
Kaç anne gözyaşı ile çıktı o güne kadar kim bilir o odadan. Kaç anne daha çıkacak? Annelik kadına duygusallık kattığı kadar inanılmaz da bir güç katıyor. O yüzden bende olduğu gibi birçok kadın da dimdik durmuştur eminim bu tepkiler karşısında. Ama bu çocukları, bu muhteşem yaratılıştaki insanları bir doktorun ağzından bu şekilde ifade edildiğini duymak… Bunu anlatabilecek, ifade edebilecek bir söz yok, ben bulamıyorum.
Siz annemisiniz? demiştim doktor hanıma. “ Evet.” dedi. Ama sen yolun başındasın henüz kucağına almadan tahliye ettir kurtul. Etkilenmezsin.” dedi.
Annelik öyle bir duygu değil ki. Rahme ilk düştüğünde başlıyor duygular. Henüz mercimek tanesi büyüklüğündeki yavrusuyla dev bir duygu köprüsü kuruyor anne. O mercimek tanesinin bile bedenden ayrılmasının acısı dayanılır gibi değil. Bedensel acısını biliyorum ancak ondan bahsetmiyorum. İnsanın kalbinden kopan ve orada açık yara olarak sürekli kanayan evlat kaybından bahsediyorum. Onu da yaşadım. Muhammed Şems’imden önce bebeğimi henüz mercimek tanesi kadarken kaybettim. Kalbimin bir köşesi koptu hala kanıyor.
O yüzden evladın özrü olmaz, evladın engeli olmaz, evladın yükü hiç olmaz. Evlat hayata tutunma nedeni, yeniden umut edebilme nedeni, gülme nedeni, en büyük mutluluk nedeni… Evlat annenin sonsuz gücünün nedeni… Anneye de evlada da bir fırsat verilmeli. Zoru seçince Yaradan desteğini esirgemez, mucizelerini hep hissettirir.
Bütün Down Sendromlu dostların ve ailelerinin hayatında mucizelerin hep var olması dileği ile…


20 Mart 2017 Pazartesi

SOSYAL MEDYA FENOMENİ ŞAHİN ACTION MÜZİK PİYASASINA ADIM ATTI...








Sosyal medya fenomeni Şahin Action müzik camiasına hızlı bir giriş yaptı. Ünlü gece kulübü Stalk Nişantaşı’nda sergilediği Djlik performansı ile göz dolduran Şahin Action yepyeni  single albümü “Kertenkele” ile yaza damga vurmaya hazırlanıyor.


















İnternette keşfedilen ve fenomen olan Şahin Action pek çok ünlünün dikkatini çekerek kısa sürede ciddi bir hayran kitlesi yakaladı. İnstagramda yaptığı dublaj videoları ile İrem Derici, Seda Sayan, Kemal Doğulu, Yonca Evcimik, İvana Sert gibi pek çok ünlünün yakın markaja aldığı Şahin Action ünlü gece kulübü Stalk Nişantaşı’nda Dj performansı ile hayranlarına müzik ziyafeti çekiyor.









































Müzikteki iddiasını albüme taşımaya hazırlanan Şahin Action, yazın bombası olacağını ifade ettiği “Kertenkele” isimle single albüm çalışmalarına tüm hızı devam ediyor. Murat Yaprak’ın yapımcılığını üstlendiği albüm Decibel Music Company imzası taşıyor. Dijital platformda müzik severlerin beğenisine sunulan “Kertenkele” bir Yalçın Polat imzası taşırken, şarkını aranjesi ise Can Tosun’a ait.











































Müjdat Gezen Sanat Merkezi mezunu olan ve aslında oyuncuyum diyen Şahin Action; “Oyunculuk anlamında kendime güveniyorum özellikle de mimiklerime. İnstagram’daki videolarım taklit değil aslında. Benimki duygu alışverişi, ben o anki duyguyu alıyorum ve o duyguyla oynamaya başlıyorum. Oyunculuğumu en iyi şekilde sergileyebileceğim bir projenin olması gerek o yüzden kendime yakın hissettiğim bir projede yakında yer alırım diye düşünüyorum.” dedi. Albümü ile ilgili ise,” Yazın bombası olacak.” ifadelerini kullandı.