21
Mart Down Sendromlular Günü’ne ithafen…
Geçtiğimiz gün Down Sendrom’lular günüydü. O gün
yazma fırsatım olmadı ama bugün saat geç de olsa bu konuyu atlamak istemedim.
Bundan bir yıl öncesine kadar Down Sendromu
dendiğinde aklıma ve gözümün önüne sevimliğin sınırlarını zorlayan, bir
bakışları ile insanın kalbine alabildiğine sevgi dolduran, yüzlerindeki ışıkla
dünyanın yaşanılır ve umut vat eden bir yer olduğuna dair hayaller kurduran muhteşem
insanlar geliyordu. Aramızda bir fark olduğu kesindi ama bu fark onların bizi
insanlıkta sınıfta bırakacak muhteşem yaratılışı ve üstünlüğüydü.
Öyle ya… Hangimiz duygularımızda bu derece berrakız?
Hangimiz karşılıksız sevmeyi başarabiliyoruz? Hangimiz şartlar ne olursa olsun
sadece iyiyi ve güzeli düşünebiliyoruz? Ben bunları başarmayı deniyorum ama tam
anlamı ile başarabildiğimi söyleyemeyeceğim. Sizi bilmem? Ama Down Sendromlu
dostlarımız bu duyguları eksiksiz ve kusursuz yaşayabilme gücüne sahipler. Bu
da Yaradan’ın onlara büyük bir lütfu yaşamda.
Bir yıl öncesine kadar bu şekilde düşünüyordum dedim
çünkü yaklaşık bir yıl önce Down Sendromluluğuna dair çok farklı şeyler gördüm.
Hamileliğimin 6’ıncı ayı gibiydi. Detaylı ultrason zamanımızdı. İstanbul’un
hatırı sayılır üniversite hastanelerinden birine gittik. Özele güven olmaz
devlet olsun dedik. Kulaktan kulağa, bir de böyle bir durum var. Hamilelikte
insan hassaslığın ve duygusallığın zirvesine ulaşmışken her kafadan bir ses
çıkıyor, herkes birden ordinaryus kesiliyor ve akıl vermekte yarışıyor malum.
Böyle olunca da özeli de tüzeli de her şeyi deniyorsunuz. Her şey yolunda olsa
bile deniyorsunuz hatta. Her neyse. Detaylı ultrason anında doktor hanımın yüz
ifadesi hoşuma gitmedi. “Bir sorun mu var?”dediğimde. “Evet ciddi bir sorun
olabilir.” dedi. Ben açıkçası bebeğimin hayatından endişe ettim. “Hayır.” dedi
doktor hanım,” Böyle bir şey değil. Bebeğinizin kalbinde bir ışıma var. Böyle
durumlar bize bebeğin Down Sendromlu doğabileceğini gösteriyor. Ancak kesin
tanı için bazı tetkikler gerekli. Sıvı almamız gerekiyor ancak bu işlem
bebeğinizi kaybetme riskini doğuruyor. İsterseniz özel laboraturalarda yapılan
kan testleri var. Yurtdışı testler. Biraz fiyatlı. Riski yok ama kesin de sonuç
vermiyor. Bence sıvıdan örnek vermeniz en doğrusu. Buna göre gerekirse önlem
alarak tahliye ettirebilirsiniz.” dedi.
Dedi de ben dehşete düştüm. Tahliye etmek ne demek?
Bebeğim cap canlı, karnımda tekmeler atıyor, biz birlikte müzik dinliyoruz.
Bebeğime kitaplar okuyorum, beni dinlediğini biliyorum. Geceleri ikimiz de aynı
tarafa yatmaktan hoşlanıyoruz. Ben onu rahat ettirmek için tek tarafıma
yatıyorum aylardır, o da geceleri ağır geçen hamileliğimin yükünü hafifletmek
için hiç yaramazlık yapmıyor. Sayesinde geceleri rahat uyuyorum. Biz şimdiden
birbirimizi çok seviyoruz. Tahliye ne demek? Hem bebeğim bir birey. Henüz çok
küçük... Ama o bir birey. Adı bile belli. Üstelik cinsiyeti belli olduğu ilk
günden beri… Bütün bu düşünceler
saniyeler içine kafamın içinde döndü durdu. Genetiğe yönlendirildik. İçeride
bir kişi vardı. O da benim gibi 40’lı yaşlarda bir hanımefendi. Ağlamaklı çıktı
odadan. Hemen ardından ben ve eşim birlikte girdik odaya. Prof. Dr. Hanımın
odası ve masası Down sendromlu çocukların fotoğrafları ile donatılmıştı. Bize
ilk sorduğu soru,” Böyle bir çocuğa sahip olmak ister misiniz?” oldu. Resimlere
baktım içim ısındı. O güzel yüzleri görmek kasvetli bir muayeneden sonra iyi
gelmişti. Ancak saniyeler içinde daha da büyük bir dehşetle karşı karşıya
olduğumuzu anladım. Doktor hanım cümlelerine” Yazık.” diye devam etti. “Bu
çocuklar toplumda yok oluyor, eğitim alamıyor, bir yere sahip olamıyor. Aileler
yıpranıyor. Bakımları çok zor... Okulları yok. Tedavisi yok. Ömür boyu özürlü
bir çocukla uğraşmak zorunda kalacaksınız.” dedi.
“Siz ne dediğinizin farkında mısınız?” dediğimi
hatırlıyorum sert bir ses tonu ile. Belki de bağırdım bilmiyorum, yarım yamalak
hatırlamıyorum. Siz nasıl bir insansınız, nasıl bir doktorsunuz? Bu
söylediklerinizi asla kabul etmiyorum. Sizin istediğiniz testleri
yaptırmıyorum. Bebeğim de böyle doğacaksa başımın üstünde yeri var. Yaradan onu
bize böyle verecekse siz buna engel olamazsınız.” diyebildiğimi hatırlıyorum.
Sonra bize bir form imzalattılar. Aile testi kabul etmiyor dediler.
O gün ve devamındaki günlerde başhekimlikten
başlayarak Sağlık bakanlığına kadar pek çok yere durumu bildirdim. Şikayette
bulundum. Ancak hiç kimse şikayetime karşılık yüreğine su serpecek bir cevap
veremedi. Sadece,” Fotoğraf gösterip bunu bu şekilde anlatmak etik değil. Ancak
size yanlış bir tedavi uygulanmamışsa hekim suçlu sayılmaz.” dedi hemen herkes.
Kaç anne gözyaşı ile çıktı o güne kadar kim bilir o
odadan. Kaç anne daha çıkacak? Annelik kadına duygusallık kattığı kadar
inanılmaz da bir güç katıyor. O yüzden bende olduğu gibi birçok kadın da dimdik
durmuştur eminim bu tepkiler karşısında. Ama bu çocukları, bu muhteşem
yaratılıştaki insanları bir doktorun ağzından bu şekilde ifade edildiğini
duymak… Bunu anlatabilecek, ifade edebilecek bir söz yok, ben bulamıyorum.
Siz annemisiniz? demiştim doktor hanıma. “ Evet.”
dedi. Ama sen yolun başındasın henüz kucağına almadan tahliye ettir kurtul. Etkilenmezsin.”
dedi.
Annelik öyle bir duygu değil ki. Rahme ilk
düştüğünde başlıyor duygular. Henüz mercimek tanesi büyüklüğündeki yavrusuyla
dev bir duygu köprüsü kuruyor anne. O mercimek tanesinin bile bedenden
ayrılmasının acısı dayanılır gibi değil. Bedensel acısını biliyorum ancak ondan
bahsetmiyorum. İnsanın kalbinden kopan ve orada açık yara olarak sürekli
kanayan evlat kaybından bahsediyorum. Onu da yaşadım. Muhammed Şems’imden önce
bebeğimi henüz mercimek tanesi kadarken kaybettim. Kalbimin bir köşesi koptu
hala kanıyor.
O yüzden evladın özrü olmaz, evladın engeli olmaz,
evladın yükü hiç olmaz. Evlat hayata tutunma nedeni, yeniden umut edebilme
nedeni, gülme nedeni, en büyük mutluluk nedeni… Evlat annenin sonsuz gücünün
nedeni… Anneye de evlada da bir fırsat verilmeli. Zoru seçince Yaradan
desteğini esirgemez, mucizelerini hep hissettirir.
Bütün Down Sendromlu dostların ve ailelerinin
hayatında mucizelerin hep var olması dileği ile…