11 Aralık 2017 Pazartesi

DİYABETİN DAMAR SAĞLIĞINA ETKİSİ VE DİYABETİK AYAK...


Ömür boyu kişiyi pençesine alan şeker hastalığı korkutucu boyutlara ulaştı. Son araştırmalarda ise Türkiye’nin şeker hastalığında en hızlı yayılan ülke olduğu yayınlandı. Son veriler Türkiye’de kayıtlı 7 milyondan fazla şeker hastası olduğunu belirtiyor. Bu hastaların hayatları boyunca en az 1 kere diyabetik ayak olma olasılığı ise yüzde 15. İstinye Üniversitesi Liv Hastanesi Das Yaşam Merkezi Direktörü Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko, Diyabetik ayak ve ampütasyonlarla ilgili bilinmesi gerekenlere dair çarpıcı bilgiler verdi.





*Diyabet nedir?

Halk dili ile şeker hastalığı olarak bildiğimiz diyabet, pankreas tarafından salgılanan insülin hormonunun eksikliği veya bu hormonun etkisiz kalması sonucu oluşan ve kan şekerinin yükselmesine neden olan bir hastalıktır.  İnsülin hormonunun tamamen eksik olduğu ve insüline bağımlı bir yaşam süren şeker hastaları tip 1 diyabet vakaları arasında yer almaktadır. Bu vakalar çocukluk ya da genç yaşlardan itibaren görülür ve sürekli insülin desteği ile yaşamlarını sürdürürler. İnsülin direnci olup insüline bağımlı olmayan hasta grubu ise tip 2 diyabet vakaları arasında yer almaktadır. 30’lu yaşlardan sonra diyabetin göründüğü bu hastalar ise ilaç tedavisi ve diyet programları ile yaşamlarını sürdürürler. Bu programlara uymamaları ve hastalığı önemsememeleri durumda ileriki dönemlerde onlar da insülin kullanmak durumunda kalabilirler.

*Vücudu nasıl etkiler?

Sağılığımız açısından önemli olan besinlerin enerjisinden diyabet hastaları faydalanamıyor. Bu durum da zamanla çeşitli organlarda tahribata neden oluyor, kişiyi yormakla kalmıyor organları da çabuk yaşlandırıyor. Sinir iltihapları ile beraber ayaklarda yaralara, böbrek hastalıklarına, kalp ve damar hastalıklarına, yüksek tansiyona davetiye çıkarıyor. Bu yüzden diyabet hastalarının hastalığı ile yüzleşmesi ve hekim tarafından veriler tedavileri harfiyen uygulaması hayati önem taşıyor. 


*En çok hangi organlar bu hastalıktan etkilenir?

Halk arasında en yaygın bilineni göz sorunlarıdır. Önce iyi görememe ile başlar tedbir alınmazsa körlüğe kadar gider. Bunu damar sertliği takip eder. Her şeker hastası damar sorunu yaşar diye bir kuralımız yok ancak bu hastaların rutin kontrollerinde mutlaka damar muayenesi de yaptırmaları gerekir. Çünkü şeker hastaları damar sorunları karşısında daha zor mücadele veriyor. Kalp damarlarını, bacak damarlarını ve şah damarını kombine olarak muayene ettirmesi gerekiyor. Çünkü damar sertliği kalpte başlamışsa, bacak ve boyun damarında da görülme olasılığı yüksek bir hastalık. Diğer taraftan nöropati dediğimiz sinir iltihapları da şeker hastalarının korkulu rüyası. Bunlar zamanında tespit edilmezse, kangren ve buna bağlı uzuv kayıpları yaşanabiliyor maalesef. Ayrıca böbrek yetmezliği ve enfeksiyon hastalıkları da şeker hastalarını tehdit eden önemli faktörler arasında.

*Diyabet hastalarının hastalığın etkilerinden kurtulmak için yapmaları gerekenler nelerdir?

Verilen tedavilere harfiyen uymaları, düzenli egzersiz ve diyet eşliğinde uygun beslenmeleri, rutin kontrollerini ihmal etmemeleri, ayaklarını sık sık kontrol edip nemlendirmeleri onları olası risklerden koruyacaktır. En önemlisi ise hastaların bu durumu kabul edip hayatlarına düzen kelimesini yerleştirmeleridir. Ömür boyu süren bu hastalıkta düzen olursa kişi kaliteli bir sosyal yaşam sürer.

*Bir diyabet hastası hangi rutin kontrolleri yaptırmalıdır?

Öncelikle evde kan şekeri takiplerini doktorunun önerdiği şekilde yapması ve aksatmaması gerekir. Özellikle kontrolsüz şekeri olan insülin kullanan hastaların her öğün şekerine bakması gerekir. En az haftada bir kere tansiyon kontrolü yaptırması gerekir. Ayrıca en az 3 ayda bir kan glikoz düzeyi testleri ile böbrek fonksiyon testlerini, idrar testlerini yaptırmak zorundadırlar. Ayrıca yılda en az 1 kere göz ve diş muayenelerini yaptırmaları gerekir. Ayaklarında nöropati başlamışsa her akşam nemlendirici kremle masaj yapmalılar, ayakta kuruma ve yara olup olmadığını kontrol etmek zorundalar. Bu kontrollerle birlikte 50 yaş ve üzeri her şeker hastası kalp, bacak ve boyun damarlarını da kontrol ettirmesi gerekir.

*Diyabetik ayak nedir?

Şeker hastalarında özellikle nöropati sonrası ayaklarını hissetmedikleri ve düzgün basamadıkları için ayak tabanlarında yaralar ve nasırlar oluşur. Bu nasırlar çok çabuk enfeksiyona dönüşür. 

Diyabet hastalarında mutlaka damar tıkanıklığı olması gerekmiyor. Damarı açık olduğu halde bacağını kalçadan kaybeden şeker hastaları var. Bu bölgede çok ciddi enfeksiyon oluştuğunda, özellikle geç kalınması ile kana karışıyor ve sepsis dediğimiz ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Dolaysıyla diyabetik ayak özellikle kontrolsüz şekeri olan hastalarda nöropatiye bağlı ayaklarda ciddi enfeksiyonların oluşmasına ve buna bağlı kangrenler gelişmesi ile kendini gösterir.

*Türkiye’de diyabet hastalığında hastaların diyabetik ayak sorunları atlanıyor mu?

Diyabetik ayak sorunları uğraştırıcı vakalardır. Hastalar da genelde önemsemedikleri ya da geç fark ettikleri için atlayabiliyor. Çünkü ağrı hissetmiyorlar. Fark etseler bile basit bir tırnak batması ya da basit bir nasır düşüncesi ile üstüne düşmüyorlar. Zamanla bu yara büyüyor ve ciddi bir enfeksiyon halini alıyor. Bu sefer hastaneye başvurduğunda eğer konunun ehli bir hekime başvurmadı ise ağızdan antibiyotiklerle tedaviler öneriliyor. Zahmetli bir iş olduğu için açıkçası çok da ilgilenilmeyen bir iş diyebiliriz. Diyabetik ayakla uğraşmak lazım. Dolaysıyla bazen hasta bazen de hastane atlayabiliyor. Bu hastaların şekerleri de kontrol altında değil. Şeker ayağındaki yarayı kötüleştiriyor yara da şekeri tetikliyor. Bu da hastayı çürütüyor. Bunun sonucunda sepsise gidiyor ve hayati tehlike başlayabiliyor. Hasta, hasta yakını ve hastanenin de bu konuda çok duyarlı olması gerekir. Basit bir şeker yarası bazen çok komplike hale gelebiliyor ve bacağın kesilmesine kadar gidebiliyor. Bu da hem sosyal, hem ekonomik kayıplara neden olabiliyor. 

*Şeker hastaları üzerlerine düşen kuralları yerine getiriyorlar mı?

Getirmiyorlar çünkü düzenli yaşamıyorlar. Diyete uyulmuyor, egzersiz yapılmıyor, sigara tüketiliyor. Bu insanların ayaklarını saklamalarındaki en büyük neden düzensiz yaşamlarının deşifre olmasıdır. Kendi çocuklarından bile korkan insanlar. Son çare olarak ayak kokmaya başlayınca ailenin bunu fark etmesi ile doktora başvuruluyor.

*Kesilmesi gereken ayak ne demektir?

Enfeksiyon kemiğe kadar işlemiş ve dokuları öldürmüşse, tamamen morardıysa, ödem ve kokulu akıntı oluşmuşsa ayak kesilir. 

*Bu tarz durumlarda ( kazalar dışında ) ampütasyonları kimler gerçekleştirmelidir?

Diyabetik ayak damar cerrahisinde çok önemli bir konudur. Maalesef Türkiye’de diyabetik ayak vakaları üvey evlat muamelesi görüyor ve genellikle bacağın kesilme kararından sonra ampütasyon için ortopediye yönlendiriliyor. Bunun doğrusu ise; gerek seviye belirlemede, gerek yapılacak ampütasyonda damar cerrahı rol almalıdır ve her damar cerrahı bunu bilmek ve kabul etmek zorundadır. Bu iki sebeptendir. Birincisi damar cerrahı dokunun ağladığını görür ve buna göre müdahale eder. Ortopedide ise travmatik ampütasyon turnike aracılığı ile yapılır ve kan görülmez.  Ama damar tıkanıklığına bağlı hastalarda bu işlem damar tıkanıklığına müdahale ve gerekirse ölü kısmın alınması şeklinde olur. Turnike koymadan yapılır ve kesilen yerdeki kanlanma takip edilir. Buna göre de seviyenin mümkün olduğu kadar en alta çekilmesine çalışılır. Öte yandan Diyabetik ayak poliklinikleri mutlaka bir damar cerrahının kontrolünde olmalı. Bizde diyabetik ayak polikliniği benim kontrolümde faaliyet gösteriyor.

*Alkol ve sigaranın diyabetik ayak riskini arttıran yönü var mıdır? 

Alkolün şekere ve diyabete negatif etkisi var sigara ise daha çok damar sertliğini tetikler. Birlikte kullanımı genelde bahsettiğimiz kötü sonuçları tetikler.

*Şeker hastalarının ayakları konusunda tavsiyeler neler? 

- Ayakları asla kuru kalmamalı.

- Nemlendirici kremle her gün bakım ve masaj yapılmalı.

- Tırnak kontrolü ve kesimi çok önemlidir.

- Dar ve sıkan ayakkabılardan kaçınmak gerekir.

- Sıkan çoraplar kullanılmamalı.

- Yaralar var ise düzgün pansuman yapılmasına dikkat edilmeli.

- Ufacık bir yara dahi olsa mutlaka önemsemeliler.

- Yılda bir kere dahi olsa damar muayenesi olmalılar.

*Diyabetik ayak sorunu kadınlarda mı erkeklerde mi daha çok görülür? Hangi cinste daha etkili oluyor?

Her cinste görülebilir. Östrojen hormonu menopoza kadar kadına yardımcı oluyor. Menopoz sonrası çok daha agresif seyrediyor ve damar sertliği çok hızlı seyrediyor. Erkeklerde 5 adım gidiyorsa kadınlarda 50 adım daha hızlı gidiyor. Yaşlı ve genç erkelerde ise kontrolsüz şeker her zaman sorundur ancak genç yaştaki erkeklerde daha komplikedir. Diyabetik ayak anlamında yaşlı nüfusta ise kadın erkek farkı yoktur. Herkeste aynı şiddetle belirlenir.

* Uyguladığınız tekniğiniz nedir?



Minimal İnvaziv Damar Cerrahisi tekniğini kullanarak pek çok farklı yöntemle müdahale ediyoruz hastalara. Hasta grubumuz şeker hastalığının yanında aynı zamanda böbrek, tansiyon, kalp, akciğer rahatsızlığı gibi pek çok hastalığı da aynı anda yaşıyor. Onları bu teknikle standart cerrahinin risklerinden uzak tutmayı başarıyoruz. 

Uyguladığımız yöntemlerde multisipliner bir tedavi ve ekip var. İşlemi yapan hekim olarak Damar Cerrahı, Enfeksiyon Hastalıkları Doktoru, Endokrin Doktoru, Plastik Cerrah, Kardiyolog gibi uzmanlar eşliğinde gerçekleşiyor tedaviler. Çünkü bunlar risk grubundaki hastalar ve aynı zamanda birçok rahatsızlığı aynı anda yaşıyorlar.

Öncelikle damarın çapı ne olursa olsun kanalı olan her bölgeye Bypass yapabiliyoruz. Fakat şeker hastalarında genelde Bypass şansımız düşük oluyor, çünkü bu hastalarda kılcal damarlar tamamen kuruyor. Bunu yapamazsak lokal anestezi ile damarın içindeki kireçleri küçük kesiler açarak temizliyoruz. Ayrıca atar damarların içine özel ilaçlar veriyoruz. Bununla da kurtaramazsak aynı seansta gerekirse amputasyon yapıyoruz. Amputasyonda parmaklardan ya da en kötüsü topuktan kurtarmaya çalışıyoruz. İlerleyen zamanda burada bir açıklık olması durumunda Hiperbarik Oksijen Tedavisinden faydalanıyoruz. Doku kaybı oluşumlarında ise Plastik Cerrahlardan faydalanıyoruz. Plastik Cerrahın da doku nakledememesi durumunda Epiteryal Büyüme hormonu denilen hormonu direkt yaraya enjekte ediyoruz. 

* Bu sorunun giderilmesi için önerileriniz nelerdir?

Erken tanı ve tedavi bu hastalarda çok çok önemli. Her şeker hastası ayağını mutlaka her gün kontrol etmeli. Şikayeti olsun ya da olmasın nemlendirici kremle her gün mutlaka masaj yapmalı. Bu hem kendi kendine tedavi, hem de ayaklarda sürekli kontrol sağlıyor. Eğer böyle olursa amputasyon oranları düşer ya da amputasyona gerek kalmaz. Erken yakalanan hastalar basit ilaç tedavisi, basit yara bakımı ya da Hiperbarik Oksijen tedavisi gibi yöntemlerle tedavi edilebiliyor. 

Şeker hastalığı hastayı 20 yıl yıpratıyor. Şeker hastaları düzenli bir tedavi uygulamazsa, düzenli yaşamazsa, düzenli diyet, düzenli ilaç kullanımı, düzenli egzersiz, düzenli doktor kontrolü gibi faktörlere uymazsa 50’li, 60’lı yaşlarda enfeksiyondan, böbrek yetmezliğinden, kalp krizinden maalesef kaybediliyor. Oysa Türkiye’de yaşam beklenti süresi 80’lerin üstünde.

İLERİ EVRE AKCİĞER KANSERİNE MULTİDİSİPLİNER UMUT IŞIĞI…


En sinsi kanser türlerinden biri olan akciğer kanseri Türkiye’de her yıl yaklaşık 160 bin kişiyi pençesine düşürüyor. Kansere bağlı ölümlerde ilk sırada yer alan bu kanser türüne multidisipliner tedavi umut ışığı oluyor.

Araştırmalar Dünya nüfusunun artışına ve nüfustaki yaşlanmaya bağlı olarak 2025 yılında 19,3 milyon yeni kanser vakası olacağını belirtiyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 160 bin yeni kanser tanısı konulduğuna dikkat çeken veriler, bu gidişle bu sayının 2023 yılında 400 binlere kadar çıkabileceği bildiriyor. Yine araştırmalar akciğer kanserinin ülkemizde hem erkeklerde hem de kadınlarda damar hastalıklarından sonra ikinci ölüm nedeni olduğuna dikkat çekiyor. Başta sigara olmak üzere, genetik faktörler, yanlış beslenme, yaş faktörü ve bazı riskli meslek grupları akciğer kanserine davetiye çıkarıyor. Erken evrede cerrahi ile tedavisi mümkün olan akciğer kanseri sinsi ilerlediğinden ve genellikle ileri evrede belirti verdiğinden tanı aşamasında gecikmeler yaşanabiliyor. Bu da kanserin tedavi aşamasını sekteye uğratıyor. Ancak geliştirilen multidisipliner tedavi yaklaşımları uygun ileri evre akciğer kanseri hastalarına umut oluyor. Konu ile ilgili Şişli Kolan Hastanesi’nden Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan önemli bilgiler paylaştı.


Ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanser türü…

Akciğer kanserinin oluşumu ve yapısı ile ilgili bilgi veren Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Yengecin avını kıskacı ile kavrayıp yavaş yavaş yemesinden ilham alınarak; kelime anlamı yengeç olan kanser genellikle karsinojenlerin sinyal iletim yollarını bozması ile gerçekleşen, organizmanın kontrolü dışındaki hücre çoğalmasıdır. DNA yapısının bozulması ile başlayan çok basamaklı, genotoksik bir olaydır. Bütün kanser türlerinde ölümler, organizmanın sinyallerine cevap vermeyen tümöral dokunun kendisinden çok geliştirdiği metabolik değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde erkeklerde prostat kanserinden sonra en sık, kadınlarda ise 5’inci sırada görülen kanser tipidir.” dedi.

Sigara kullananlar kullanmayanlara oranla 30 kat daha fazla risk altındalar.

Akciğer kanserine neden olan etkenlere değinen Özkan Demirhan,” Akciğer kanserinin ülkemizde ve dünyada sıklığı giderek artmaktadır. Bu artışa etki eden en önemli faktörler ise sigara tüketiminin artması, sigaraya başlama yaşının düşmesidir. Sigara akciğer kanseri gelişiminden yüzde 85-90 oranında sorumludur. Dolayısı ile sigara içenler içmeyenlere oranla 30 kat daha fazla risk altındalar. Sigara kullanma süresi, başlama yaşı, içilen sigara tipi, günlük sayısı da bunları etkilemektedir. Sigara bırakıldıktan sonra 15-20 yıl içinde akciğer kanseri gelişme riski sigara içmeyen kişilere yakın düzeye inmektedir. Pasif sigara içiciliği de akciğer kanseri riskini iki kat artırmaktadır. Bu nedenle akciğer kanserini önlemede yapılması gereken en öncelikli şey tütün ve tütün ürünleri ile mücadeledir. Endüstriyel ve çevresel faktörlere maruziyetin artması, yaşlı nüfusun toplumdaki yüzdesinin artması da akciğer kanserini tetikleyen diğer nedenlerdir. Öte yandan gemi izolasyonu, otomotiv sanayi, asbest maruziyeti, eşlik eden diğer akciğer hastalıkları da riski arttırmaktadır. Özellikle kadınlarda meme kanseri ve lenfoma tedavisinde uygulanan radyoterapi sonrasında akciğer kanseri gelişme riski artmaktadır. Ayrıca radon gazı maruziyeti de riski artırmaktadır. Ailesinde birinci dereceden yakınlarda akciğer kanseri hikayesi olanların, normal kişilere göre akciğer kanserine yakalanma oranları da 2 kat artmaktadır. Birinci derece yakınlarında akciğer kanseri bulunan hiç sigara içmemiş kişilerde, akciğer kanseri gelişme riski ailesinde akciğer kanseri bulunmayan kişilere göre 2.7 kat artmaktadır. Antioksidanlaran zengin besin tüketmek kanser gelişimini önleme açısından önem arz eder. Beta karoten / retinol A vitamininden fakir beslenme akciğer kanseri gelişimini artırırken özellikle yeşil çay gibi antioksidan tüketimi akciğer kanseri gelişimini azaltmaktadır. Ateşte kızartılan etlerin kanserojen, haşlamanın ise nonkanserojen olduğu da belirtilmektedir. Yaş da akciğer kanserini etkileyen bir diğer etken. Yaşla beraber akciğer kanseri gelişimi riski artmaktadır, genç erişkinlerde daha az sıklıkta görülürken 60-70’li yaşlarda risk en üst seviyeye ulaşmakta yapmakla beraber bu kişilerde genellikle aile öyküsü de görülmektedir. Ülkemizde ortalama görülme yaşı 60 yaş civarıdır, 40 yaş altında nadir de olsa görülmektedir.” şeklinde konuştu.

Uygun hastalarda multidisipliner yaklaşım başarılı sonuçlar veriyor.

İleri evre akciğer kanserinde uygulanan güncel tedavi yöntemlerine değinen Demirhan,” İleri evre akciğer kanseri 3’üncü ve 4’üncü evre değimiz evrelerdir. Evre 3 hastalık lokal ileri dediğimiz, kanserin olduğu yerden biraz daha komşu dokulara girmiş ve lenf nodlarını tutmuş halidir. Evre 4 ise uzak organ metastazı yapmış kemik, karşı akciğer, böbrek üstü bezleri, beyin ve karaciğere metastaz yapmış halidir. Bu belirtilen bölgeler akciğer kanserinin en sık yayılım yaptığı yerlerdir. Hastaya böyle bir tanı konduğunda izlenecek tedavi yolu şöyledir. Eğer 3’üncü ve 4’üncü evre tespit edilmişse burada hücre tipi çok önemlidir. Hücre tipinde adenokersinom dediğimiz hücre tipi çıkmışsa bunlarda bazı genetik testler yapılarak hedefe yönelik tedaviler yapılabilir. Adenokarsinom’da genetik testler yapıldıktan sonra yapılan tedaviler nokta atışlı tedavilerdir. Kemoterapi alınabiliyor ve yerine göre örneğin beyinde metastaz varsa radyoterapi uygulanabiliyor veya göğüs kafesi içinde radyoterapi uygulanarak akciğer kanseri evresi otomatik olarak gerileyebiliyor. Yine lenf bezinden dolayı evre 3’e girmiş bir kanserde tedaviden sonra özellikle bir lenf bezi tutulumu varsa orada onun yeniden evrelenerek evvelden tümörün olduğu yerin kemoterapi ya da radyoterapiden sonra yok olduğunu görebiliyoruz. O zaman ameliyat şansımız doğuyor. Ama bir istasyon olduğu zaman cerrahi şansımız yüksek. Eğer bir istasyondan fazla tutulum varsa başarı şansı düşüktür cerrahi gündeme gelmez. Tüm bu tetkikler dikkatle ve titizlikle incelendikten sonra hastanın durumu uygunsa multidisipliner bir yaklaşımla tedavi planlanır.” İfadelerini kullandı.

Hastalık yok hasta var, moral ve motivasyon her zaman çok yüksek olmalı.

 Hastalığın ve tedavinin seyrinde moral ve motivasyonun büyük önem taşıdığına dikkat çeken Özkan Demirhan,” İleri evre akciğer kanseri vakalarında gerileme olduğunu gözlemliyoruz ancak hastalık yok hasta var mantığını unutmamak gerekir. Tümör de insanlar gibidir.  Aynı kanser türü farklı insanlarda farklı seyir gösterebilir. Kimisi çok saldırgan ve agresif seyrederken kimisi de çok yavaş ve stabil seyreder. O yüzden tedaviden hiçbir zaman vazgeçmemek lazım, şansım yok diye düşünüp moral bozmamak lazım. İnsanların direnmesi gerekir bu hastalığa. “ şeklinde bilgi verdi.

10 Aralık 2017 Pazar

HER İKİ TARAFI DA TUTAN BACAK AĞRISINA DİKKAT…


Bacaklarda ağrı, uyuşma, şişlik, ödem şikayetleri ile beraber bel ağrısı yapıyor. Bu şikayetler genellikle her iki bacakta da yaşanıyor. Günden güne yürüme mesafesi kısalıyor. Tüm bu şikayetler Dar Kanal hastalığını işaret ediyor. Dar kanalla ilgili bilinmesi gerekenleri Medigold Sultan Hastanesinden Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Muhammet Emin Öcal anlattı.

“Bel bölgesindeki omurilik kanalının daralması ve kanal içinden geçen sinir liflerinin bası altında kalarak çeşitli yakınmaların ortaya çıkarması hastalığına dar kanal denir. Dar kanal bazen doğuştan gelebileceği gibi genelde yaşlanma ile birlikte kendini gösterir ancak gençlerde de rastlanan bir rahatsızlıktır. Genç yaşta görülenler genellikle doğumsaldır ya da bazen bel eğrilikleri yani skolyozla beraber de görülebilir, Birden fazla seviyede olabileceği gibi tek seviyede de olabilir.


Çift taraflı ağrı en belirgin özelliği.

Dar kanalda şu belirtilere rastlanır:

-          - Bel ağrısı,
-          - Genellikle iki taraflı bacak ağrısı,
-          - Bacaklarında uyuşma ve elektriklenme hissi,
-          - Yürüme mesafesinin günden güne kısalması. Yani 1 kilometrelik mesafeyi hiç dinlenmeden yürüyen kişi zaman içerisinde bu mesafeyi 2,3 hatta 4 mola ile zar zor bitirmeye başlar,
-          - Bacaklarda şişlik ve ödem gelişir,

Araştırmalarda hastaların damarsal problemi yoksa beline çekilen filmlerden tomografi, MR veya röntgenlerde dar kanal belli olur. Bazen kireçlenme ile beraber fıtık da olabiliyor.
Dar kanal sorunlarında ilaçla, fizik tedavi ile ya da manuel terapi ile düzeltme şansımı bulunmamaktadır. Bu yüzden cerrahi tedavi planlanır.

Cerrahi teknik olarak eğer çok kısa mesafede genç hasta ise mümkün ise kapalı yöntemler, mikro cerrahi ya da endoskopik yöntemler uygulanır. Ama yaşlılarda birden fazla mesafe olduğunda ve kireçlenme çok fazla olduğunda belde kayma riski ortaya çıkacağı için bazen halk arasında bilinen platin ameliyatları yapılır. Aksi halde hastanın kanal daralmasına bağlı şikayetleri geçebilir ama bu sefer bel kaymasına bağlı problemler ortaya çıkar. Dolayısı ile dar kanalda tedaviler hastaya göre planlanır. Hastaya hangi teknik yapılacak, hangisi ile bu işlemi rahatlatılacak ona göre bir tedavi planlaması yapılır. Birinci derecede yaşlı ve kemik erimesi olan bir hastaya beline stabilizasyon yapmaya kalktığınızda bazen o kemikler vidaları tutmayabiliyor. O zaman da başka sorunlar ortaya çıkıyor.

Ameliyattan sonra hastanın ameliyat öncesindeki şikayetleri çok hızlı bir şekilde düzelebiliyor. O bölgenin dolaşımı, kan dolaşımı, beyin omurilik sıvısı dolaşımı tekrar normale geldiğinde hastanın şikayetleri bitiyor. Yürümesi düzeliyor, uyuşmaları ağrıları kayboluyor. Hastanın yaşam konforu artıyor. Ameliyatlardan sonra hastaların egzersiz yapması, kilo almamaya dikkat etmesi, eğilip kalkmaları doğru yapması önem taşımaktadır.

Dar kanalda değiştirebileceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz faktörler var.

Değiştiremeyeceğimiz faktörler:
     -  Yaş,
      - Cinsiyet,
     - Kadınlarda menopoz sonrası dönem.

Değiştirebileceğimiz faktörler: 

     - Kilo problemi,
       - Egzersiz,
       - Sigara,
       - Damar hastalığı olan ailelerde daha hızlı gelişebiliyor
       - Gün içerisinde beli kullanma şekli
        - Evde ve işte yapılan işlerler yanlış eğilip kalkmalar
Değiştirebileceği faktörler arasında yer alan kriterleri olumluya çevirmek hastanın elinde olabiliyor."




SES KISIKLIĞININ NEDENİ REFLÜ OLABİLİR…


Ses kısıklığı, göğüs ağrısı, sırt ağrısı, kalpte ritm bozukluğu… Tüm bu belirtiler reflüyü işaret ediyor olabilir. Tanıda başta kalp krizi olmak üzere birçok hastalıkla karışabilen reflünün tedavisinde ise doğru beslenme kilit rol oynuyor.

Çocukluktan itibaren görülen ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen reflü toplumda yaygın olarak görülen hastalıklardan biri. Özellikle stresli işlerde çalışan, hareketsiz kalan, yoğun olarak kahve ve çay tüketen, yanlış beslenen ve gece geç saatte yemek yeme alışkanlığı olan bireyleri etkiliyor. Reflü ihmal edilmemesi gereken bir hastalık olup tedavisinde düzenli beslenme ve spor alışkanlığı edindirilmesi kilit rol oynuyor. Bunun işe yaramaması durumunda medikal tedavi ya da hasta tipine göre cerrahi tedaviler gündeme gelebiliyor. Konu ile ilgili bilinmesi gerekenleri Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar anlattı.


 Reflü hastalığının nasıl oluştuğuna değinen Op. Dr. Fatih Kar,” Reflü mide içinde asidin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Geri kaçan asit yemek borusunda ve çevresinde birtakım tahribatlara neden olur ve buna bağlı şikayetler ortaya çıkar. Reflüde pek çok şikayeti bir arada da görebiliriz bu şikayetlerden sadece birini ya da birkaç tanesini de görebiliriz. Başlıca şikayetler göğüs ağrısı, göğüs yanması, ağza acı su gelmesi, göğüste sıkışma ve baskı hissi, ses kısıklığı, gıcık tarzında kronik öksürük, sırtın ortasına doğru vuran ağrı şeklinde görülebilir. Reflü gecenin bir vakti çok hızlı bir şekilde gelen göğüs ağrısı ile de belirti verdiği ve dönem dönem kalpte ritm bozukluğuna da neden olabildiği için kalp krizi ile karıştırılabilir. Bu yüzden acil servislere göğüs ağrısı ile başvuran kalp dışı en önemli sebepler arasında gösteriliyor. Bu açıdan göğüs ağrısı ile gelen bu hastaların reflü açısından da mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor.” dedi.

Çiğ soğan, sarımsak, acı pul biber gibi gıdalara dikkat!

Yanlış beslenmenin reflü üzerindeki olumsuz etkisine değinen Kar,” Reflü stresli işlerde çalışanlar, yoğun kahve çay tüketimi olanlar, sigara kullananlar, egzersiz yapmayanlar ve geç saatlerde yemek yeme alışkanlığı olanları daha çok tehdit ediyor. Midede reflüyü tetikleyebilecek gıdalar arasında çiğ salata, soğan, sarımsak, acı pul biber, turşu, portakal, greyfurt var. Bunların özellikle geç saatlerde tüketilmelerini reflü hastalarına kesinlikle önermiyoruz. Öte yandan reflü hastalarında gece uyku şekli de çok önemli. Kişi uyuduğu zaman aldığı yatay pozisyon yemek borusu ile mide arasındaki açının düzleşmesine neden olur. Uyku esnasında ayrıca mide asidinin salgılanması daha fazla görülmektedir. Bu yüzden reflü problemleri genelde gece daha da şiddetlenmektedir. Bunun için hastanın kendine uygun bir yatış pozisyonu belirlemesi gerekmektedir. Reflü yastığı kullanarak ya da yatağın baş kısmını kaldırarak hastanın belden yukarısını hafif dikey pozisyona getirmesi onun geceyi rahat geçirmesini sağlayacaktır. Bu önlemleri alarak ve kendisine verilecek diyet programı dahilinde hareket edip sporu da alışkanlık haline getirerek reflüyü atlatmak mümkün.” şeklinde konuştu.

Her reflü hastasının endoskopi yaptırmasında fayda var.


Zaman zaman mide tümörleri ya da kanserlerinin de reflüye benzer belirtiler verdiğine dikkat çeken Fatih Kar,” Reflü diyet ve bunun dışında saydığım önlemlerle geçmiyorsa ve ciddi problemler devam ediyorsa medikal tedavi önerilir. Medikal tedavi şikayetleri hafifletiyor çünkü mide içindeki asiti su kıvamına döndürüyor. Geri kaçma devam etse bile sıvının içeriği yakıcı olmadığından kliniklerde belirgin bir düzelme sağlıyor. Öte yandan reflü hastalarında atlanmaması gereken en önemli tetkik endoskopidir. Çünkü mide çıkışında tümör, ülser, mide kanseri gibi hastalıklar da reflüye benzer belirtiler verebiliyor. Endoskopi ile mide içerisinde ciddi bir problem olmadığından emin olmak gerekiyor. Şikayetlerin ciddi bir probleme bağlı olmadığını tespit ettikten sonra bir daha endoskopi yapmaya gerek kalmamaktadır. Yemek borusun iç kısmında hücresel değişiklikler saptanmış bazı hastalarda endoskopiler öneriyoruz ama rutinde çok fazla gerek kalmıyor.” ifadelerini kullandı.

Hayat kalitesi düzelmeyen hastalar cerrahiye yönlendiriliyor.


Reflüde cerrahi tedavilere de değinen Op. Dr. Fatih Kar,” Medikal tedavi önerilen hastalarda erken yaş çok önemli bir faktör. Şöyle ki, 25 yaşındaki bir hasta devamlı bir mide ilacı kullanmak zorunda kalabilir. Hastaların ortalama ömrünü 80 olarak düşünürsek 50-60 sene ilaca mahkum bırakmak doğru bir davranış değil. Bu gibi durumlarda ameliyat gündeme gelebiliyor. Çünkü uzun dönem ilaç kullanımı mide emilimini bozabildiği gibi kalsiyum, demir eksikliklerine de neden olabiliyor. Buna bağlı kemik problemleri ve kansızlık gibi sorunlar baş gösterebiliyor. Eğer kısa süreli ilaç kullanımları, yaşam şekli, beslenme ve egzersizle problemler giderilebiliyorsa başka bir tedaviye gerek görülmez. Ancak tüm bunlara rağmen şikayetler geçmez, göğüs sıkışması, ses kısıklığı gibi şikayetlerle beraber reflü krizleri de artarsa o zaman cerrahiyi gündeme getirmek gerekir. Ameliyatta yemek borusu ile midenin birleşim yerine mürekkep okkası gibi kapakçık mekanizmasını yemek borusunun çıkış kısmına oluşturuyoruz. Bu kapalı, laparoskopik bir ameliyattır. Ortalama 45 dakika sürüyor. Hastalar hastane ortamında 1 gün gözetim altında tutuluyor ve aynı gün ilaç kullanmayı kesiyorlar. Bu hastaların bu ameliyatlardan sonra hayat kaliteleri ciddi anlamda düzeliyor ve bir daha ilaç kullanmalarına gerek kalmıyor. Nüksler tamamen cerrahinin kalitesi ile alakalıdır iyi bir ameliyattan sonra nüks oranı yüzde 2-3’lere kadar düşebiliyor. Ameliyattan sonra da orada yeni bir kapakçık mekanizması oluşturulduğu için hastaların diyet uyumu gerekiyor. Birkaç hafta sıvı gıdalarla beslenme, daha sonra yoğun püremsi gıdalarla beslenme, birkaç ay içinde de porsiyonları azaltarak normal gıdaya geçilebiliyor.” Şeklinde bilgi verdi.