10 Haziran 2017 Cumartesi

ÇOCUĞUNUZ BUNLARI YAPIYORSA, DEPRESYONDA OLABİLİR…


Çocuğunuz bir anda arkadaşlarından uzaklaşmaya, daha az uyumaya, kilo kaybetmeye ve hatta ölümden sık söz etmeye başlıyorsa, belki de hiç aklınıza gelmeyecek bir sorunla yüzleşmek zorunda kalabilirsiniz. Çocukluk çağı depresyonu adı verilen bu rahatsızlık,  0-18 ay arasındaki anne-bebek ilişkisinden bile kaynaklanabiliyor.


Çocuklarda görülen ani davranış değişikliklerini sadece çocuk olmalarıyla açıklamak doğru bir yöntem değil. Günümüzdeki çok sayıda çocuk hayatta ilk adımlarını büyük bir güvensizlikle atıyor. Peki çocukluk çağı depresyonu nedir? Çocuğunuzun depresyonda olduğunu nasıl anlarsınız? Bu tip durumlarda anne ve babalara ne gibi görevler düşüyor. Bu ve buna benzer tüm merak edilen soruların yanıtlarını İstinye Üniversite Hastanesi’nden Psikolog Duygu Başak Gürtekin verdi.

Anne-çocuk ilişkisi temel belirleyici…

Dünyaya gelirken her birimiz çevreyi algılamak ve etkileşime girmek için temel bazı yetilerle donatılmış bir şekilde geliriz. Aslında bu donanım bebeğin henüz birkaç haftalıkken dahi yüz yüze etkileşime olan ihtiyacına ve bu ihtiyacının özellikle ebeveyn ile ilişkisindeki yerinin önemine işaret eder. Gelişimine devam eden bir bebek, erken çocukluk ve çocukluk dönemlerinde bağlanma, uyumlanma ve etkileşim ihtiyacı ile büyür. Bu etkileşimler sırasında anne ile bebek arasındaki ilişki çocuğun ilk bakım verenleri ve ebeveynleri ile kurduğu güvenli temas, çocuğun en önemli duygusal ihtiyaçlarına dair temel taşlarını oluşturmada çok önemli bir rol oynar. Çocuğun gelişimsel sürecinde anne ile arasında oluşması beklenen bu temel bağ, çocuğun dış dünyaya karşı güven duygusunun oluşmasında da oldukça büyük bir yere sahiptir. Bu bağın ve beraberinde temel güven duygusunun gelişmediği durumlarda çocuğun beklenen seyirdeki duygu durum tablosu değişime uğrar. Çocuğun gelişimsel dönemlerine göre gözlemlendiğinde, beklenmeyen duygu durum değişimlerinin olması ve beraberinde iletişim problemleri, olumsuz davranışlar, depresif ruh hali gibi görünür belirtiler yaşanması bize çocukluk çağı depresyonunu işaret eder.

Hangi belirtilerle ortaya çıkar?

Çocukluk çağı depresyonunun temel belirtileri gelişimsel dönemlere göre farklılık göstermekle beraber genel hatları ile şu şekilde özetlenebilir;
·         Çocuğun sosyal hayattan, çevresinden, arkadaşlarından ve ailesinden belirgin şekilde uzaklaşması,
·         İştah ve kilo kaybı yaşaması,
·         Uyku probleminin ortaya çıkması,
·         Sürekli yorgun hissetmesi ve oynamaya dahi ilgisinin azalması,
·         Akademik başarısında düşüş,
·         Ölümden sık sık bahsetmeye başlaması,
·         Stres ve üzüntüye bağlı gelişen baş ve mide ağrısı gibi fiziksel semptomlar.

Dikkat edilmesi gereken diğer noktalar ise; daha önce hoşlandığı şeyleri yapmaya dair isteğinin belirgin şekilde kaybolması, gelişimsel sürece bağlı kazanılan yetilerin kaybolması, umutsuzluk, çaresizlik ve mutsuzluk gibi duyguların ön plana çıkması, bunların beraberinde gelen ağlama krizleri, nedeni bilinmeyen öfkelenme ve etrafa zarar verme isteğidir. Fakat bu belirtilerin her çocukta farklı şekillerde görülebilme olasılığını unutmamamız ve yolunda gitmeyen şeyler olduğunu gözlemlediğimiz anda bir uzmana danışmamız gerekir.


Depresyon çocukluk dönemlerinde farklı belirtiler gösterir.

Depresyon tıpkı erişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da her yaşta ve farklı gelişimsel dönemlerde meydana gelebilir. Bu konuda yapılan araştırmalar özellikle 0-18 ay süresince oluşan anne – bebek ilişkini takiben çok farklı semptomların görülebileceği yönünde bulgular sunmaktadır. Çocukluk çağı depresyonu 4 yaşında bir çocukta farklı belirtilerle gözlemlenirken, 15 yaşında bir ergende çok farklı belirtilerle kendini gösterebilir. Bu noktada tanı koyabilmeyi ve belirtileri gözlemlemeyi kolaylaştırmak adına bulguları 3 farklı gelişimsel dönem olarak ayırmak mümkündür. Bunlar okul öncesi (0-6 yaş), okul çağı (6-12 yaş) ve ergenlik dönemi (12-18 yaş) olarak adlandırılabilir. Bu evreler arasındaki belirleyici farklılıklara bakıldığında özellikle okul öncesi dönemi bebeklikten itibaren ele almak gerekir.


Bebeklik depresyonu diye de adlandırılan anne ile bebek arasında gelişmekte olan bağın herhangi bir nedenle uğradığı duygusal kayıp; bebekte huzursuzluk, beslenme bozuklukları, aşırı ağlama ve diğer fiziksel semptomlar olarak karşımıza çıkabilir. Daha sonra erken çocukluk olarak adlandırdığımız dönemde en belirgin belirtiler ilgisizlik, üzüntülü ruh hali, iştah ve kilo kaybı, uyku bozuklukları olarak özetlenebilir.

Ergenlik döneminde çocuğunuzla iletişim kurun.

Okul çağında olan bir çocuğa dair düşünüldüğünde, hem çocuğun kendisinden hem de ailesinden bilgi almak çok önemlidir. Özellikle ailede yaşananların çocuklar üzerinde doğrudan etki ettiği ve sistemik olarak etkisi altında kalınan konuların bazen umutsuzluk ve üzüntü hissinin aşırı yoğunluğu ile intihar düşüncelerine doğru evrildiği gözlemlenebilir. Bu nedenle bu dönemde hem ailenin hem de çocuğun kendisinin vereceği bilgilerin dikkatle dinlenilmesi, çocuğun okul, sosyal ve aile yaşamının bilinmesi çok önemlidir. Son olarak, ergenlik dönemindeki depresyonun diğer gelişimsel dönemlerden farklı olarak daha riskli olabileceği ve yetişkin depresyonuna benzer özellikler taşıyabileceği unutulmamalıdır. Ergenlikte sıklıkla karşımıza çıkan tablolar, alkol ve madde kullanımı veya risk barındıran faktörlerin olduğu durumlardır. Bunların beraberinde şiddeti yükselebilecek olan depresif haller ve davranış bozukluklarının dikkatle gözlemlenmesi ve en kısa sürede ele alınması gerekir. Bu dönemde depresyona, kaygı bozuklukları ve uyum problemleri sıklıkla eşlik edebilir. Her bir gelişimsel dönemde çocuklarımızı dinlemeye ve anlamaya açık bir şekilde iletişim kurmak bu konuda en önemli koruyucu faktörlerden biridir, bu nedenle çocuklarımızla kurduğumuz ilişkinin kalitesi her yaşta çok değerli ve çok önemlidir. 

Ebeveynlerdeki depresyon çocukları da etkiliyor.

Aile aslında küçük bir sistemdir, bu açıdan bakıldığında iç içe geçmiş bir şekilde dönen çarkların sadece birinde yaşanan küçük bir aksaklıkta dahi bütün sistemin etkilendiği örneğini vermek yerinde olacaktır. Elbette erişkin depresyonu yaşayan ebeveynlerin hem davranışsal hem de ilişkisel problemlerinin evin içerisinde görünmez kılınması mümkün değildir. Bu konuda hem genetik yatkınlık hem de yapılan araştırmalarda elde edilen sonuçlar bize, anne ve babada depresyon deneyimi olduğu bilinen ailelerin çocuklarında, depresyon görülme oranın yüzde 50 olduğunu söylüyor. Biyolojik, sosyal ve psikolojik faktörlerin beraberinde gelişen depresyon aile içerisindeki tek bir bireyde görüldüğünde dahi, sonrasında diğer üyeler üzerinde de iz bırakan bir noktaya ulaşabiliyor. Bu nedenle durumu değerlendiren uzmanın aile görüşmeleri yapması ve konuyu sistemik bir yaklaşımla ele alması depresyon tedavisi ve sonrasında önemli bir rol oynamaktadır.

Hangi tedavi yöntemleri uygulanabilir?


Aslında depresyonun şiddetine ve türüne göre pek çok farklı yöntemle tedavi uygulanabilir. Bu süreçte en çok dikkat edilmesi gereken husus etik duyarlılıkla hizmet verebilecek doğru uzmanlarla çalışılmasıdır. Bu tedaviler, etkinlik düzeyi ve etki alanı açısından danışanın bulunduğu yaş grubu ile özel olarak çalışan çocuk-ergen Psikiyatristi, uzman Klinik Psikolog ve Pedagog desteği ile bütüncül bir bakış açısı ile yürütülmelidir. Depresyonun şiddeti ve deneyimlenirken çocuğun yaşadığı özel durumlar göz önünde bulundurularak pek çok farklı yöntemle tedavi kolaylıkla sonuç verebilir. Hastanemizde de bu konuda post-modern psikoterapi ekolleri arasında sayabileceğimiz pek çok farklı tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Özellikle bu konuda çocuklarla çalışırken; sanat terapisi, kısa süreli çözüm odaklı terapi, oyun terapisi ve aile terapisi hizmetlerinden yararlanmakta fayda vardır. Çocuk–ergen grubuyla çalışırken sürece adaptasyon ve ailenin tedavi süreci dışında kalmadan eşlik edebilme hali sonuç alabilmek adına oldukça önemlidir. Çocuğun/ergenin terapi sürecine dair motivasyonu uygulanan tedavi yöntemlerine bağlı olarak belirgin düzeyde farklılık gösterebilir. Bu nedenle değerlendirme görüşmelerinin derinlikli yapılması, çocukla doğru iletişimin kurulması onu tanımak ve onun için en uygun sistemle çalışmak bu alandaki uzmanlar olarak en temel sorumluluklarımızdan biridir. Klinik tedavide, çocuk grubunda ilaçlı desteğini ikinci planda tutarak, önce ilişkisel bir desteğin sunulması, bu süreçte doğru bir değerlendirme ve ailenin katılımı ile yeterli bilginin toplanması çok önemlidir. Tedavi sürecinin ilaç desteği gerektirdiği durumlarda çocuk alanında uzman bir psikiyatrist tarafından destek alınması ve terapi süreci ile ilaç takibinin destekleyici şekilde sürdürülmesi, bu konuda izlenebilecek en doğru yol olarak görülmektedir. 

7 Haziran 2017 Çarşamba

HELEN DORONLU ÇOCUKLARDAN SIRA DIŞI SENE SONU ŞENLİĞİ…



Helen Doron Etiler’in sene sonu şenliği karnaval havasında geçti. Sare ve Civan Mert’in de aralarında bulunduğu çocuklar doyasıya eğlendi. Etkinlikte aileler duygulu anlar yaşarken ünlü oyuncu Tuba Ünsal ve gazeteci eşi Mirgün Cabas da çocuklarının karne heyecanına ortak oldu.

Helen Doron Etiler her zamanki gibi alışılmışın dışında, şenlik havasında bir sene sonu gösterisi yaptı. İngilizce  dramalar, şarkılar, dans, ritim ve perküsyondan oluşan renkli gösterilerin sergilendiği şenlikte çocuklar keyifli dakikalar yaşadı.

Verdiği İngilizce eğitimle göz dolduran Helen Doron, emeklerin karşılığını sene sonu gösterilerinde bir kez daha tescilledi. Çocuklar özgüvenlerinin ne kadar geliştiğini, İngilizceyi kullanma yetkinliklerini,sene içindeki derslerinden kesitler sunarak sergilediler. Okul bahçe ve bina duvarları  öğrencilerin sene içinde yaptıkları sanat çalışmaları ile rengarenk oldu. Veliler, öğrenciler ve Helen Doron Etiler Ekibi çok eğlenceli bir gün geçirdiler.



Helen Doron Etiler eğlenerek, oynayarak, dans ederek, drama yaparak öğrenme metodunun ne kadar etkin ve başarılı olduğunun altını çizmiş oldu. Gösterinin sonundaki bayrak merasimi ve kep  atma töreninde veliler gözyaşlarını tutamadılar. 

SAÇ EKTİREN ERKEK SİGARAYI BIRAKIYOR…



Erkeklerin saç sorunları üzerine bir araştırma yapılmış. Sonuçlar oldukça çarpıcı. Buna göre Türkiye’de her 10 erkekten 7’sinin saçının döküldüğü tespit edilmiş. Aynı araştırma saç ektiren erkekler üzerine de yapılmış ve her 3 erkekten birinin saç ektirdiği tespit edilmiş. Bu tablo da şunu gösteriyor ki,”Kelim, karizmatiğim, seksiyim.” anlayışı erkekler arasında çok da kabul görmüş değil. Bu durumu saç ekiminin uzman isimlerinden Songül Alcı’ya sorduk. Çok enteresan tespitleri var. “Saç ektiren erkeklerin ilk işi daha fit görünmek için sigarayı bırakıp spora başlamak oluyor. Saç ektirdikten sonra erkeklerin sosyal hayatları daha güçleniyor.” diyor.  İşte Songül Alçı’dan saç ekimi ve erkeklerin görsel psikolojisi üzerine çok çarpıcı tespitler.


“Saçsızlık genetik bir problemdir. Sağlıklı bir saç da günde ortalama 50-100 tel arasında dökülür.  Aşırı saç dökülmesi durumlarında ise bu sayı artar. Taraklarımızda, banyo ve lavabo giderlerinde fazla miktarda saç biriktiğini görmek saçımızda tehlike çanları çalıyor anlamına gelir. Saç dökülmesinin pek çok nedeni vardır. Kadınlarda hormonal sorunlar, kansızlık, vitamin ve mineral eksikliği, gebelik-doğum, şok diyetlere bağlı protein eksikliği alkol ve sigara tüketimi, stres bu nedenlerin başını çekiyor.  

Erkek tipi dökülme 17 yaşlarda başlıyor.
Erkek tipi saç dökülmesinin tıbbi adı Androgenetik Alopesidir.  Genellikle, erkeklerde saç çizgisi geriye gider ardından seyrelmeler başlar ve saçın üst bölgesi dökülür. Kadınlarda ise her bölgeden dökülme aynı anda meydana gelir. Erkek tipi saç dökülmesi 17yaşına kadar indi. Sokakta gördüğümüz her 10 erkekten 7’si saç dökülmesi sorunu yaşıyor.
Saçsızlık kişide sosyal ve psikolojik olarak sorunlar yaratıyor. Saç ekiminden sonra bambaşka yeni bir görüntüye kavuşan hastaların özgüvenleri daha da artıyor. Genellikle pek çok hastamız saç ektirdikten sonra sigarayı bırakıyor ve daha fit görünmek için spora başlıyor. Hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak kendilerini daha iyi hissediyorlar, sosyal yaşamları daha da hareketleniyor.

3 erkekten biri saç ektiriyor.

Erkek tipi saç dökülmesi genetik problem ve engellenmesi henüz mümkün değil. Tek çözümü saç ekimi. Türkiye’de ise 3 erkekten biri  ise saç ektirme işlemine başvuruyor.  Nasıl ki eksik dişle dolaşmıyorsak saçsız da dolaşmak istemiyoruz.  Son yıllarda gelişen saç ekim teknolojileriyle ekim işlemi sonrası doğal saç görünümüne kavuşmak mümkün. Bu da saç ekim merkezlerine olan ilgiyi artıyor. Saç ekiminde en fazla tercih edilen ve en etkin sonuç alınan yöntem FUE Yöntemi. Bu işlem Türkiye’de 9 yıldır uygulanıyor. Bu yöntemle kökler mikromotor yardımıyla tek tek çıkarılır ve hazırlanır. Sonra özel cihazlarla kişiye uygun kanallar açılır. Doğal görünümün sağlanması için bu kanalların yönü sayısı ve sıklığı önemlidir.  Saç folikülleri açılan kanallara tek tek yerleştirilir. Gelecekteki görüntüyü bu uygulama belirler. Saç ekim işlemi toplam 8 saat sürer. Kişi hemen normal hayatına dönebilir.

HASTANE DIŞINDA SAÇ EKİM YAPILAN YERLERDEN UZAK DURUN!


Son yıllarda Avrupa’dan ve Ortadogu’dan talebin artması sonucunda merdiven altı diye tabir edilen saç ekim merkezlerinin çoğalması saç ekimi sonrası istenmeyen sonuçların doğmasına sebep oluyor. Saç ekimi titizlik, hijyen ve dikkat gerektiren önemli bir cerrahi işlemdir. Fiyat olarak ucuz diye deneyimsiz ekibin tercih edilmesi istenmeyen sonuçların meydana gelmesine sebep olabilir. Yapılacak hatalı bir operasyon geri dönüşü olmayan sonuçlara neden olabilir. Bakanlıktan onay belgeleri olmayan kliniklerde, saç ekimi konusunda uzman olmayan kişilerce yapılan saç ekimleri kötü sonlanmaktadır. Bu nedenle saç ekimi merkezi tercih edilirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, teknolojik gelişmeleri yakından takip eden ve alanında uzman kadroya sahip kuruluşun seçilmesidir.

Saç ekiminde doğru bilinen yanlışlar.


Ekilen saçlar kısa kesilmez:  Genellikle kötü açılı ekimler yapıldığında “Kısa kesmeyin uzatın arkaya tarayın” denir.  Ancak doğru sac ekiminde yani doğal görünümlü saç ekim işleminde kısa kesilmesinde bir sakınca yoktur.  

Ekim için saçlar tamamen dökülmeli:  Tamamen dökülmesini bekleyerek imaj kaybı yaşamaya gerek yok. Saç seyrelme durumlarında da saç ekimi yapılabilir.

Yazın Saç Ekilmez:   Güneş,  sıcak,  denize girmemek gibi yasaklar yoktur.  Asıl yazın saç ekilmeli.  Doğadaki canlanma insan vücudunda da aynıdır. Yaza giriş aylarında,  enerjik, yenilenmiş, psikolojik olarak daha iyi olduğumuz için saç kökleri daha iyi tutar.

Tepe bölgesine saç ekilmez:  Tepe bölgesine saç ekmeyin tutmaz diye bir yanılgı var.  Böyle bir durum söz konusu değil.

Ekilen Saç Geriye taranmalı:  Kötü açılı saç ekimi yapıldığında saçtaki doğal olmayan görüntüyü kapatmak için bu yol tavsiye edilir. Ancak doğru yapılan ekimlerde böyle bir durum söz konusu olmaz.

Saçınızı duşta tarayın !



Kadınların saçları daha sık ve daha dirençlidir. Saç kökleri 2 mm daha derinde olduğu için erkeğinki kadar çabuk dökülmez.

·         Saç nemli iken yüzde 50 oranında esnektir ve bu esneklik saçınızın koparak dökülmesini ve kırılmasını engeller. Saç suyun altında ya da nemli iken nazikçe taranmalıdır
·         Her saç teli 14 farklı element ihtiva edebilir. İçlerinden biri de altındır.
·         Saç maşası kullanmak, saçı yüksek ısıda kurutmak,  sık kullanılan saç spreyi ve jöle gibi şekillendiriciler, güneş ışığı saçların dökülmesine neden olur.
·         Alkol içeren devamlı kullanılan şampuan saç derisi kurutacağı gibi saçın yumuşak olmasını sağlayan yağ üretimini azaltır.
·         5-7 haftada bir kırılan uçları aldırmak kırıkları önler
·         Saç köklerini zorlayan telleri yıpratan sık kıllı fırçalar yerine  geniş dişli taraklarla şekil verin.

·         Sağlıklı saçları için lastik toka takmayın, kökten uca tarayın, saç fırçanızı temiz tutun, saçınızı ılık suda yıkayın.