Çocuğunuz
bir anda arkadaşlarından uzaklaşmaya, daha az uyumaya, kilo kaybetmeye ve hatta
ölümden sık söz etmeye başlıyorsa, belki de hiç aklınıza gelmeyecek bir sorunla
yüzleşmek zorunda kalabilirsiniz. Çocukluk çağı depresyonu adı verilen bu
rahatsızlık, 0-18 ay arasındaki
anne-bebek ilişkisinden bile kaynaklanabiliyor.
Çocuklarda görülen ani davranış değişikliklerini sadece çocuk olmalarıyla
açıklamak doğru bir yöntem değil. Günümüzdeki çok sayıda çocuk hayatta ilk
adımlarını büyük bir güvensizlikle atıyor. Peki çocukluk çağı depresyonu nedir?
Çocuğunuzun depresyonda olduğunu nasıl anlarsınız? Bu tip durumlarda anne ve
babalara ne gibi görevler düşüyor. Bu ve buna benzer tüm merak edilen soruların
yanıtlarını İstinye Üniversite Hastanesi’nden Psikolog Duygu Başak Gürtekin
verdi.
Anne-çocuk ilişkisi temel belirleyici…
Dünyaya gelirken
her birimiz çevreyi algılamak ve etkileşime girmek için temel bazı yetilerle
donatılmış bir şekilde geliriz. Aslında bu donanım bebeğin henüz birkaç
haftalıkken dahi yüz yüze etkileşime olan ihtiyacına ve bu
ihtiyacının özellikle ebeveyn ile ilişkisindeki yerinin önemine işaret
eder. Gelişimine devam eden bir bebek, erken çocukluk ve çocukluk
dönemlerinde bağlanma, uyumlanma ve etkileşim ihtiyacı ile büyür. Bu
etkileşimler sırasında anne ile bebek arasındaki ilişki çocuğun ilk bakım
verenleri ve ebeveynleri ile kurduğu güvenli temas, çocuğun en önemli duygusal
ihtiyaçlarına dair temel taşlarını oluşturmada çok önemli bir rol oynar.
Çocuğun gelişimsel sürecinde anne ile arasında oluşması beklenen bu temel bağ,
çocuğun dış dünyaya karşı güven duygusunun oluşmasında da oldukça büyük bir
yere sahiptir. Bu bağın ve beraberinde temel güven duygusunun gelişmediği
durumlarda çocuğun beklenen seyirdeki duygu durum tablosu değişime uğrar.
Çocuğun gelişimsel dönemlerine göre gözlemlendiğinde, beklenmeyen duygu durum
değişimlerinin olması ve beraberinde iletişim problemleri, olumsuz davranışlar,
depresif ruh hali gibi görünür belirtiler yaşanması bize çocukluk çağı
depresyonunu işaret eder.
Hangi belirtilerle ortaya çıkar?
Çocukluk çağı depresyonunun
temel belirtileri gelişimsel dönemlere göre farklılık göstermekle beraber genel
hatları ile şu şekilde özetlenebilir;
·
Çocuğun
sosyal hayattan, çevresinden, arkadaşlarından ve ailesinden belirgin şekilde
uzaklaşması,
·
İştah
ve kilo kaybı yaşaması,
·
Uyku
probleminin ortaya çıkması,
·
Sürekli
yorgun hissetmesi ve oynamaya dahi ilgisinin azalması,
·
Akademik
başarısında düşüş,
·
Ölümden
sık sık bahsetmeye başlaması,
·
Stres
ve üzüntüye bağlı gelişen baş ve mide ağrısı gibi fiziksel semptomlar.
Dikkat
edilmesi gereken diğer noktalar ise; daha önce hoşlandığı şeyleri yapmaya dair
isteğinin belirgin şekilde kaybolması, gelişimsel sürece bağlı kazanılan
yetilerin kaybolması, umutsuzluk, çaresizlik ve mutsuzluk gibi duyguların ön
plana çıkması, bunların beraberinde gelen ağlama krizleri, nedeni bilinmeyen öfkelenme
ve etrafa zarar verme isteğidir. Fakat bu belirtilerin her çocukta farklı
şekillerde görülebilme olasılığını unutmamamız ve yolunda gitmeyen şeyler
olduğunu gözlemlediğimiz anda bir uzmana danışmamız gerekir.
Depresyon çocukluk dönemlerinde farklı belirtiler gösterir.
Depresyon tıpkı
erişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da her yaşta ve farklı gelişimsel
dönemlerde meydana gelebilir. Bu konuda yapılan araştırmalar özellikle 0-18 ay
süresince oluşan anne – bebek ilişkini takiben çok farklı semptomların
görülebileceği yönünde bulgular sunmaktadır. Çocukluk çağı depresyonu 4 yaşında
bir çocukta farklı belirtilerle gözlemlenirken, 15 yaşında bir ergende çok
farklı belirtilerle kendini gösterebilir. Bu noktada tanı koyabilmeyi ve
belirtileri gözlemlemeyi kolaylaştırmak adına bulguları 3 farklı gelişimsel
dönem olarak ayırmak mümkündür. Bunlar okul öncesi (0-6 yaş), okul çağı (6-12
yaş) ve ergenlik dönemi (12-18 yaş) olarak adlandırılabilir. Bu evreler
arasındaki belirleyici farklılıklara bakıldığında özellikle okul öncesi dönemi
bebeklikten itibaren ele almak gerekir.
Bebeklik depresyonu diye de adlandırılan anne
ile bebek arasında gelişmekte olan bağın herhangi bir nedenle uğradığı duygusal
kayıp; bebekte huzursuzluk, beslenme bozuklukları, aşırı ağlama ve diğer
fiziksel semptomlar olarak karşımıza çıkabilir. Daha sonra erken çocukluk
olarak adlandırdığımız dönemde en belirgin belirtiler ilgisizlik, üzüntülü ruh
hali, iştah ve kilo kaybı, uyku bozuklukları olarak özetlenebilir.
Ergenlik döneminde çocuğunuzla iletişim kurun.
Okul çağında olan
bir çocuğa dair düşünüldüğünde, hem çocuğun kendisinden hem de ailesinden bilgi
almak çok önemlidir. Özellikle ailede yaşananların çocuklar üzerinde doğrudan
etki ettiği ve sistemik olarak etkisi altında kalınan konuların bazen umutsuzluk
ve üzüntü hissinin aşırı yoğunluğu ile intihar düşüncelerine doğru evrildiği
gözlemlenebilir. Bu nedenle bu dönemde hem ailenin hem de çocuğun kendisinin
vereceği bilgilerin dikkatle dinlenilmesi, çocuğun okul, sosyal ve aile
yaşamının bilinmesi çok önemlidir. Son olarak, ergenlik dönemindeki depresyonun
diğer gelişimsel dönemlerden farklı olarak daha riskli olabileceği ve yetişkin
depresyonuna benzer özellikler taşıyabileceği unutulmamalıdır. Ergenlikte
sıklıkla karşımıza çıkan tablolar, alkol ve madde kullanımı veya risk
barındıran faktörlerin olduğu durumlardır. Bunların beraberinde şiddeti yükselebilecek
olan depresif haller ve davranış bozukluklarının dikkatle gözlemlenmesi ve en
kısa sürede ele alınması gerekir. Bu dönemde depresyona, kaygı bozuklukları ve
uyum problemleri sıklıkla eşlik edebilir. Her bir gelişimsel dönemde
çocuklarımızı dinlemeye ve anlamaya açık bir şekilde iletişim kurmak bu konuda
en önemli koruyucu faktörlerden biridir, bu nedenle çocuklarımızla kurduğumuz
ilişkinin kalitesi her yaşta çok değerli ve çok önemlidir.
Aile aslında küçük
bir sistemdir, bu açıdan bakıldığında iç içe geçmiş bir şekilde dönen çarkların
sadece birinde yaşanan küçük bir aksaklıkta dahi bütün sistemin etkilendiği
örneğini vermek yerinde olacaktır. Elbette erişkin depresyonu yaşayan
ebeveynlerin hem davranışsal hem de ilişkisel problemlerinin evin içerisinde
görünmez kılınması mümkün değildir. Bu konuda hem genetik yatkınlık hem de
yapılan araştırmalarda elde edilen sonuçlar bize, anne ve babada depresyon
deneyimi olduğu bilinen ailelerin çocuklarında, depresyon görülme oranın yüzde
50 olduğunu söylüyor. Biyolojik, sosyal ve psikolojik faktörlerin beraberinde
gelişen depresyon aile içerisindeki tek bir bireyde görüldüğünde dahi,
sonrasında diğer üyeler üzerinde de iz bırakan bir noktaya ulaşabiliyor. Bu
nedenle durumu değerlendiren uzmanın aile görüşmeleri yapması ve konuyu
sistemik bir yaklaşımla ele alması depresyon tedavisi ve sonrasında önemli bir
rol oynamaktadır.
Hangi tedavi yöntemleri uygulanabilir?
Aslında depresyonun
şiddetine ve türüne göre pek çok farklı yöntemle tedavi uygulanabilir. Bu
süreçte en çok dikkat edilmesi gereken husus etik duyarlılıkla hizmet
verebilecek doğru uzmanlarla çalışılmasıdır. Bu tedaviler, etkinlik düzeyi ve
etki alanı açısından danışanın bulunduğu yaş grubu ile özel olarak çalışan çocuk-ergen
Psikiyatristi, uzman Klinik Psikolog ve Pedagog desteği ile bütüncül bir bakış
açısı ile yürütülmelidir. Depresyonun şiddeti ve deneyimlenirken çocuğun
yaşadığı özel durumlar göz önünde bulundurularak pek çok farklı yöntemle tedavi
kolaylıkla sonuç verebilir. Hastanemizde de bu konuda post-modern psikoterapi
ekolleri arasında sayabileceğimiz pek çok farklı tedavi yöntemi
kullanılmaktadır. Özellikle bu konuda çocuklarla çalışırken; sanat terapisi,
kısa süreli çözüm odaklı terapi, oyun terapisi ve aile terapisi hizmetlerinden
yararlanmakta fayda vardır. Çocuk–ergen grubuyla çalışırken sürece adaptasyon
ve ailenin tedavi süreci dışında kalmadan eşlik edebilme hali sonuç alabilmek
adına oldukça önemlidir. Çocuğun/ergenin terapi sürecine dair motivasyonu
uygulanan tedavi yöntemlerine bağlı olarak belirgin düzeyde farklılık
gösterebilir. Bu nedenle değerlendirme görüşmelerinin derinlikli yapılması,
çocukla doğru iletişimin kurulması onu tanımak ve onun için en uygun sistemle
çalışmak bu alandaki uzmanlar olarak en temel sorumluluklarımızdan biridir.
Klinik tedavide, çocuk grubunda ilaçlı desteğini ikinci planda tutarak, önce
ilişkisel bir desteğin sunulması, bu süreçte doğru bir değerlendirme ve ailenin
katılımı ile yeterli bilginin toplanması çok önemlidir. Tedavi sürecinin ilaç
desteği gerektirdiği durumlarda çocuk alanında uzman bir psikiyatrist
tarafından destek alınması ve terapi süreci ile ilaç takibinin destekleyici
şekilde sürdürülmesi, bu konuda izlenebilecek en doğru yol olarak
görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder