Başarılı, çok başarılı bir profesör…
Sayısız hayat kurtarma hikayesinde imzası var. Damar cerrahisinde geliştirdiği
tekniklerle damarların içinde neredeyse sörf yapma becerisine sahip çok
tecrübeli bir cerrah. Alanında elde ettiği başarılarla Türkiye’nin gururu…
Hastalarının gözbebeği, ağabeyi, babası, evladı, kardeşi, arkadaşı, dostu… Her
hastasını aynı samimiyetle kucaklayan, ‘hepsi benim akrabam’ diyen sıra dışı
bir adam Yusuf Kalko… Akraba mevzusu laf olsun diye söylenmiş bir kelime değil,
herkesi hayrete düşüren bir gönül bağı var bütün hastaları ile. Çok seviliyor,
çok sayılıyor, çok takdir görüyor, çok dua alıyor. Bu kadar başarı, ün, sevgi,
itibar bir insanı şımartır mı zamanla? Bugüne kadarki hayat tecrübem bütün
bunların karşısında kendini, özünü bozmadan durabilmek yürek ister diyor. O
yürek de Kalko’da var. Alçak gönüllü, babacan, yardımsever, duygusal, açık
sözlü, yufka yürekli, herkese her şeye yetişen, azimli ve olağanüstü çalışkan
bir doktor. Bütün bu başarıları elde etme mücadelesinde çok zorlu yollardan
geçmiş, çok bedeller ödemiş. Amerika için kariyer planları yaparken babasını
kaybetmiş ve bütün hayatı değişmiş. Doçent olduktan kısa bir süre sonra da
annesini… Yaşadığı kayıpların acısını hafifletmek için hastalarına sarılmış,
maneviyata ve tasavvufa sığınmış. “Bu kadar yıllık çabanızın en büyük meyvesi
ne? diye sordum.” “Çok zengin oldum.” dedi. “O kadar maneviyat biriktirdim ki,
hayal edemeyeceğim kadar çok zengin oldum.” dedi. “Peki ya mesleğiniz,
başarılarınız?” dediğimde. “Kendimi hayat kurtarmaya adadım ben. Babamı da
annemi de bir yoğun bakımda kaybettim. Başka analar babalar ölmesin diye canla
başla çalışıyorum. Gayem hayat kurtarmak. Kurtardığım her hayat mesleki
başarımdır.” dedi. Fakir bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, gece kondu
mahallesinde büyümüş, hiç kot pantolonu olmamış gençliğinde… İbretlik bir yol
hikayesi var. Hiç pes etmemiş. Samimiyetle anlattı.
Yusuf Kalko’dan biraz bahseder misiniz?
Aslen Kars Kağızmanlıyım. Ama doğma
büyüme Ankaralıyım. 1970 yılında dünyaya gelmişim. 2 erkek kardeşim, bir de kız
kardeşim var.
Aileniz, nasıl bir ortamda yetiştiniz?
Anne babanız ne işle meşguldü?
Babam ben henüz bebekken
kalorifercilik yapmış. O dönem kalorifer kazanları vardı, kömürle çalışırdı.
Sonra kendi imkanları ile çay ocağı kurmuş. Bütün hayatı o çay ocağıydı. Ondan
sonra dayılarımın kuruyemiş dükkanlarında işletmecilik yaptı. Çok namuslu ve
dürüst bir adamdı. Ticaret yapmasına rağmen pazarlık yapmayı sevmezdi. Hep
başkası kazansın derdindeydi. Hatta sırf bu düşüncesi yüzünden gıdım gıdım
biriktirdikleri ile sahip olduğu derme çatma arsasını bir akrabası ev alacak
diye satmıştı. O dönem biz de kirada oturuyorduk üstelik. Böyle enteresan bir
adamdı. Annem ev hanımıydı. Hiç okula gidemediği için okuma azmi ile yanıp
tutuşan bir kadındı. Bende okuma azmini ve aşkını alevlendiren annemdir. Hiç
okul hayatı yoktu ama müthiş bir hayat tecrübesi ve öngörüsü vardı. Çok akıllı
ve ileriyi görebilen bir kadındı. Son nefesine kadar bizim de hep yaşam koçumuz
gibi oldu.
Siz nasıl bir çocuktunuz?
Çok şanslı ve çok mutlu bir
çocuktum her şeyden önce. Camı bile olmayan bir depoda doğmuşum. Bir iki yıl
orada kaldıktan sonra babam gecekonduya taşımış bizi. Ankara’da bir gecekondu
mahallesiydik. Hayatımın en güzel günleriydi. Harika komşuluklar vardı. Kimsenin
kapısı kilitlenmezdi. Canım sıkıldığında çıkar giderdim hemen komşulara. Bazen
televizyon izlemeye bazen de belki sevdiğim bir şey yapmışlardır diye buzdolaplarını
kolaçan etmeye. Kimse ne ‘niye geldin’ derdi ne de ‘ müsait değiliz’ derdi.
Yaramaz bir çocuk muydunuz?
Hiç değildim. Hep ağır başlıydım.
Babam çok erken sorumluluk verdi bana. Ben henüz 5-6 yaşlarındayken beni
sabahın 5’ine çay ocağına götürmeye başladı. Küçük küçük görevler verirdi bana, onları yapmamı sağlardı. Görevlerimi yaparken bol bol da şişe kırardım yanlışlıkla
ama hiç kızmazdı babam. Arkadaşları ona çok kızardı. Duyardım ben de. ‘ Yazık
bu çocuğa, sabahın köründe getirme
uyusun, daha çok küçük.’ derlerdi. Babam da genelde cevap vermez, geçiştirirdi.
Bazen de sadece ‘ileride bunun kıymetini anlar’ derdi. İyi ki, yapmış böyle bir
şeyi bana çok farklı ufuklar açmış daha o yaşta.
5 yaşında çay ocağına gittiğinize göre çocukluğunuzda da
çalıştınız o halde.
Evet çalıştım. Çay ocağında,
dayılarımınn kuruyemiş dükkanında… Ramazanda kuruyemiş tezgahı açarlardı. Tezgah
altında sabahlar ertesi gün de satış yapardık. Hafta içi okuluma gider hafta
sonu da çalışırdım bu şekilde.
Zor değil miydi bir çocuk olarak çalışmak?
Bizi zorlayacak işler vermiyorlardı
tabi. Benle beraber dayılarımın oğulları da çalışıyordu. Gücümüze göre getir
götür ya da ufak çaplı satışlar yapardık. İşin zorluğundan çok eğlencesindeydik.
Bazen babamın çay ocağı çok yoğun olduğunda çay taşımaktan ayaklarımın altının
patladığı da olmuştur. O zaman biraz canım yanardı su toplardı ayaklarım.
Anneciğim hiç kıyamazdı. Ama yine de giderdim. İyi ki gitmişim.
Hem çalışıp hem okumak da kolay iş değil. Dersleriniz
nasıldı, okul hayatınız?
İlkokuldan itibaren çok başarılı
bir okul hayatım oldu. Çok disiplini bir öğrenciydim hep. Bizim evimizle okulun
mesafesi yaklaşık 6-7 kilometreydi. O dönem okul servisi falan yoktu. Kız
kardeşimle birlikte yürüyerek giderdik okula. Yağmur, çamur, kar demeden
yürürdük. Minibüs de vardı ama paramız yetmezdi genelde minibüse o yüzden
yürürdük. O kadar yola rağmen hiç geç kalmamışımdır okula. Öğretmenlerimin hep
taktir ettiği bir öğrenciydim.
O dönem ‘ben bir gün doktor olacağım’ der miydiniz?
Derdim… Doktorluk ben henüz 40
günlükken annemin hayaliymiş. Beni kucağında sallarken ‘oğlum doktor olacak’
diye severmiş. İlmek ilmek işledi bu duyguyu bana da. Ben de bir gün doktor
olacağım hayalini kurardım. Bu yüzden çok çalışmam gerektiğini biliyordum.
Nitekim lise sonda çok çalışmama rağmen sınava giriş evraklarımı kaybettiğim için
ve sınava geç girdiğimden dolayı tıbbı değil mühendisliği kazanabilmiştim. Babam
ona da çok sevinmişti açıkta kalmadım diye ama benim hayalim bu değildi tabi.
Hem mühendisliği okuyup hem de yeni sınav için çalışmaya başladım tekrar. Annem
ve dayım babamdan habersiz bana destek oldular ve beni tekrar dershaneye
yazdırdılar. Bir sonraki sınav denememde Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesini
kazandım. Kazandıktan sonra babam haberdar oldu çevirdiğimiz işten. Malum
babalar her şeyi en son duyar. O da havalara uçtu tabi sonra, doktor olacağım
diye.
Tıp fakültesi öğrenciliği, Antalya, bekar yaşamaya ilk
adımlar… Nasıl geçti üniversite yıllarınız? Havalı bir öğrenci miydiniz?
Bir kere ailemden özellikle
annemden uzakta olacağım diye çok üzüldüm. İtiraf ediyorum ana kuzusuydum. O
güne kadar onlardan hiç ayrılmamışım, çok zoruma gitti. Çok zor uyum sağladım.
Her hafta sonu Ankara’ya giderdim gidemediğim zamanlarda annem gelirdi mutlaka
yanıma. Az buz zaman değil sonra yavaş yavaş arayı açmaya başladık ama en fazla
2-3 hafta dayanırdım, yine giderdim. Ailem hayatımın merkezindeydi yani,
onlarsız bir dünya düşünmek çok zordu. Bekar yaşamaya gelince. Kulağa eğlenceli
gelebilir ama ben o güne kadar tek başıma bir fatura dahi yatırmış adam
değildim. Yani bekar yaşamak, yalnız yaşamak falan bana göre bir şey değildi. Havalı
da değildim. Varsa yoksa derslerimdi. Hava atmak istesem bile bunu yapacak
durumum da yoktu açıkçası. Bir kot pantolonum bile yoktu. Spor ayakkabım hiç
olmadı mesela. Babamın diktirdiği kumaş pantolonum, kumaş gömleğim, lastik
ayakkabım ve kışın giydiğim bir montum vardı. Bazen kuzenimden onun kazağını
ödünç alır giyerdim, o zaman da kendimi biraz havalı hissederdim. Ama çok da
takılmıyordum açıkçası böyle şeylere. Hep maneviyatla besledi ailem beni,
maneviyata özendirdi o yüzden maddiyatla ilgili konularda özendiğim durumlar
tabi ki olurdu ama bunu takıntı ya da kompleks haline getirmezdim.
Doktor çıktıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Çok şey değişti. Mecburi hizmeti
tamamlayıp bir vesile ile Çapa’da asistanlığa başladım. O dönem babama kanser
teşhisi kondu. Çapa’daki hocalarıma gösterdim sağ olsunlar çok yardımcı oldular
bize. Ameliyat oldu babam ve sağlığına kavuştu. Kanser bitti, dedik ama tekrar
nüks etti. Bu sefer kurtulamadı. Aniden ayrıldı aramızdan. Mesleğimin
baharındaydım. Hayallerim vardı. Amerika’da bir profesörle yazışıyordum. Oraya
gidecektim. Kariyerime orada devam edecektim. Ama babamın ani gidişi ile hepsi
bitti tabi. Kız kardeşim evlenmişti çok da iyi bir eşi vardı onu düşünmüyordum
ama annem ve erkek kardeşim babamsız bir başlarına kalmışlardı. Ankara’daki
evimizde akrabalarımız da vardı yakınlarında ama onları orada bırakamadım.
Yanıma aldım, İstanbul’a getirdim. Asistan maaşı ile kendime de onlara da
bakmaya çalıştım. Aynı dönem evlenme kararı aldım. Babam mürüvvetimizi
göremeden rahmetli olmuştu, annem de ‘ ben de gideceğim mürüvvetini göremeden’
demeye başlayınca evlenme kararı aldım. Yetmedi bir de ev alma kararı aldım.
Hem de dubleks alacağım dedim. Bir katında annemle kardeşim bir katında da
eşimle biz yaşarız dedim. Tabi bunu planladım ama ne ev alacak, ne
onu döşeyecek, ne de evlenecek param vardı. Arabamı sattım, annemin altınları, kardeşimin
altınları, imece akraba yardımları derken evi de aldım evlendim de. Sonrasında
gece gündüz nöbetlerle borç ödedim tabi yıllarca. Tabi birde doktorlukla ilgili
hayallerim vardı. Kalp damar cerrahisinde ilkleri yapmak istiyordum.
Nasıl başladı bu ilkler?
Vakıf Gureba’da uzman olarak görev
yapmaya başladığımda çok sıra dışı ameliyatlar denedim. Bir meslektaşımın
hayatını kurtardım. İmkansızlıklar içinde yapılmış bir ameliyattı. Hastanın
yüzde 1 bile dönme şansı yokken onu döndürmeyi başardım. Sonra hep bu tarz
riskli ameliyatlarda kendimi sınadım. Sonra Azeri bir bürokratın hayatını
kurtardım. Bunun için apar topar Azerbaycan’a götürüldüm. O da çok zor bir
ameliyattı ama başardım çok şükür. Sonra şah damarı kaynaklı felçler ve kangren
bacaklar üzerinde çok çalıştım. Teknikler geliştirdim. Bu teknikleri ameliyatlarda
denedim, geliştirdim, tecrübe kazandım ve damar cerrahisinde çok önemli bir yol
kat ettim ekibimle birlikte. Geçtiğimiz aylarda yıllardır hayalini kurduğum
Damar Sağlığı ve Yaşam Merkezini kurduk. İstinye Üniversitesi Hastanesinde
damar sağlığı alanında önemli çalışmalar ve ameliyatlar yapıyoruz bu merkezde.
Çok şükür başarılı sonuçlar alıyoruz. Doktorlukta en büyük gayem hayat kurtarmaktı
onun için uğraşıyorum canla başla. Bundan yaklaşık 5 yıl önce annemi de babam
gibi bir yoğun bakımda kaybettim. Bunun acısını benden daha iyi bilen olamaz.
Ben kaybettim başka evlatlar ağlamasın diyorum. O yüzden hasta ile karşılaştığımda
önce kendime şunu soruyorum. ‘ Benim annem ya da babam olsa ben nasıl
davranırdım?’ Tabi ki, kurtarmak için elimden geleni yapardım. O yüzden yüzde 1 bile iyileşme ihtimali olsa hastanın, ben bunu zorluyorum. Riskini de
anlatıyorum ailesine ama izin verirlerse zorlayacağımı da belirtiyorum. Böyle
bir kader birliği yapıyoruz işte hastalarla ve yakınları ile.
Bu kadar çok sevilmenizin tılsımı bu samimiyetiniz o halde.
Seviyorlar sağ olsunlar. Ben de
onları çok seviyorum. Abartmıyorum. Yaşlı bir teyze gördüğümde anneannemin kokusu geliyor burnuma. Bazen annem yaşında bir teyze geliyor annem niyetine öpüyorum
elini. Babalar babama kokuyor. Onları çok özlüyorum. Özlem her gün daha da büyüyor
içimde. Onları geri getiremeyeceğimi biliyorum ama başka bir evladın ailesine
şifa olmaya vesile olmak da büyük gurur. Şükür diyorum.
Mucizeler gerçekten oluyor mu?
Yaradan’ın mucizesi biter mi? Ben
bu meslekte çok mucizeye tanık oldum. Doktorluk, tecrübe bir yere kadar.
Mucizeyi yaratan Yaradan… O yüzden hasta yakınlarına umutlarını ve inançlarını
hep taze tutmalarını da tembihlerim. Ben kayıplar yaşadım ama bunları yaşarken
Allah’ın bir bildiği var dedim hep. Ailemi kaybettikten sonra daha da
maneviyata yöneldim, tasavvufa yöneldim. Umre’ye gittim. İnancım beni ayakta
tuttu. Hastalarımın duaları beni ayakta tuttu.
Bundan sonraki hedefleriniz neler?
İnsanlar boşu boşuna felç olmasın
boşu boşuna ayakları kesilmesin diyorum hep. Bu uğurda çalışmalarıma devam
edeceğim. Farkındalık için çeşitli projeler üretiyoruz. Sosyal medyadan
Televizyondan insanlara ulaşıp önlem almaya teşvik etmeye çalışıyoruz. Yeni
yaşamlara dokunmaya devam etmek en büyük hedefim. Ömrüm yettiğince.
Röportaj: Şükriye Özgül