2 Şubat 2019 Cumartesi

AYDİLGE VE HALİL'DEN GERÇEK AŞIKLARA...


Aydilge ve Halil Sezai'nin uzun zamandır merakla beklenen Aşk Yüzünden adlı single'ı 31 Ocak gecesi video klibiyle beraber yayına girdi. Şarkının ismi gibi müziğe duydukları aşk yüzünden bir araya geldiklerini dile getiren ikili, şarkıyı tüm gerçek aşıklar’a hediye ettiklerini söylediler.


Pink Floyd Katkısı...

Sözleri Aydilge'ye, beste ve düzenlemesi Samuray Gökçe'ye ait olan şarkının çok önemli bir özelliği de dünyanın en büyük gruplarından Pink Floyd'un ses mühendisi Andy jackson'ın katkısını içermesi. Mastering'i İngiltere'de, efsane müzik adamının özel analog stüdyosunda yapılan şarkı ile ilgili Jackson da ''gerçek bir hit'' yorumunda bulundu.

Evlenme Teklifi Burada Edilmişti...

Mutlu sonla biten ve çok sevilen Şevkat Yerimdar dizisinin baş kahramanı Şevkat'in Esin'e evlenme teklif ettiği çiftlik evi, bu kez de Aşk Yüzünden'e ev sahipliği yaptı. Erdi Sevinç yönetmenliğinde, çekilen klipte Aydilge ve Halil Sezai, soğuk hava ve yağmura rağmen, çekimi tamamladılar.  Aydilge'nin çok iyi bir şair, besteci ve çok özel bir ses olduğunu dile getiren Halil Sezai, ''Aşk Yüzünden'' şarkısının da kesinlikle kalplere dokunacağına inandığını dile getirdi. Aydilge ise hem müzisyen hem de insan olarak çok büyük sevgi duyduğu Halil Sezai ile beraber şarkı söylemenin kendisi için büyük anlam taşıdığını anlattı. Klipte ikiliye oyuncu arkadaşları Sarper Arda Akkaya ve  Eka Gelashvili de eşlik etti.


İKİ ÖZEL SES BİR ARADA...




Şubat ayında yeni singlenı çıkarmaya hazırlanan Cumali Özkaya, geçtiğimiz günlerde Türk halk müziğinin sevilen ismi Sevcan Orhan ile bir araya geldi.
Cumali Özkaya ve Sevcan Orhan Prodüktör Hasan Basri’nin imzasını taşıyan Cumali Özkaya Youtube kanalında düet yapmak üzere buluştular.
Sezen Aksu’nun Belalım şarkısına akustik video çeken iki özel ses sevenlerini şaşırttı.

28 Ocak 2019 Pazartesi

DİYABET TANISI KONULAN HER 5 KİŞİDEN BİRİNDE DİYABETİK YARA GELİŞMEKTEDİR…


Konu ile ilgili tüm bilinmesi gerekenleri Şişli Kolan Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ümit Ergenoğlu açıkladı.



Diyabetik Ayak Nedir? Diyabetik Ayak Neden Önemlidir?

Diyabetik Ayak ve Ülser Yarası
Diyabetik ayak (halk arasında bilinen adıyla, şeker ayağı), ayakta ülser (iyileşmeyen yara) ve genellikle ciddi enfeksiyon ile birlikte seyreden bir durumdur. Sık olarak karşımıza, orta – ileri yaş diyabetik hastalarda (şeker hastaları) çıkmaktadır. Yapılan istatistikler, diyabetik ayağın şeker hastalarının %25’inde gözlendiğini ortaya koymuştur. Genellikle tanı konulduğunda, yara veya ülser safhasında olur. Yaraların iyileşmesi ve tedavisi daha önceden de bahsettiğim gibi oldukça güç bir durumdur.

Diyabetik ayak gerçekleri:
 - yeryüzünde, yaklaşık her 30 saniyede bir diyabete bağlı olarak kangren nedeniyle bacak kaybı gözlenmektedir.
- Diyabet, her 5 yetişkinin birisinde karşımıza çıkmaktadır.
- Diyabet tanısı konulan her 5 kişiden bir tanesinde diyabetik yara gelişmektedir.
- Diyabet tanısı konulanlarda diz altı amputasyon (diz altından bacak kesilmesi) oranı 15 kat daha fazladır.
- Diyabetik hastalarda, ilerlemiş kemik iltihabı (oteomyelit) gözlenme oranı, diyabetik olmayanlara oranla 15 kat daha fazladır.
- Diyabetik hastaların %20’si ayaklarında diyabete bağlı bir sorun nedeniyle hastaneye başvurmaktadırlar.
- Diyabetik hastalarda karşımıza çıkan bacak kangreni durumu %85 oranında önlenebilmektedir.
- Yüzeysel cilt enfeksiyonları diyabetik hastalarda, normale göre 10 kat daha fazla sıklıkla gözlenmektedir.
- son 20 yıldır diyabetin sonuçları ve bunlar ile mücadele konusunda etkili adımlar atılmıştır.
Diyabetik ayak hastalığı bulunan kişilerde, ayak sinir uçlarının yaralanması ve kılcal ve orta çaplı atardamarların tıkanması oldukça fazla oranda gözlenmektedir. Bu nedenle, diyabetik ayak hastalığı bulunanlarda atardamar tıkanması ve sinir harabiyetinin olup olmadığının araştırılması oldukça önemli bir ayrıntıdır.
Diyabetik ayak, diyabetik hastaların, hastaneye yatışın önemli bir nedenidir. Diyabetin, ayak damarları ile birlikte sinirlerini de etkilemesinden dolayı, oluşan yara hızla büyümektedir. Başka bir deyişle aslında diyabetik ayak, diyabet (şeker) hastalığının en son dönemini (ileri evre diyabet hastalığı) ifade eden ve bu nedenle de oldukça ciddiye alınması gereken bir durumdur.
Yaranın iyileşmesinin güçlüğü diyabetin farklı yollardan iyileşmeyi olumsuz etkilemesine bağlıdır. Diyabetik hastalarda, çoğu zaman basit bir yara, hızla daha büyük ve enfekte yaraya dönüşür. Bu nedenle, diyabetik ayak gelişmeden, basit önlemler ile gelişmesini engellemek tedavinin temelini oluşturan çok değerli bir yaklaşımdır.

Diyabetik Ayak Neden Oluşur?
Diyabetik ayak oluşumunun temelinde aslında sinir ucu hasarı (periferik nöropati) bulunmaktadır. Diyabet, özellikle kontrol edilmediğinde, sinir ve sinir uçlarının hasarı ile seyreden bir hastalıktır. Duyu sinirlerinde ortaya çıkan hasara bağlı olarak, diyabetikler ayaklarında oluşan yaralanmalara bağlı acıyı hissedemezler. Buna ek olarak, diyabetin özellikle kılcal ve orta çaplı damar seviyesinde dolaşımı olumsuz etkilemesi ortaya çıkmış olan yaranın iyileşmesini güçleştiren bir diğer önemli faktördür.
Yakın zamanda, diyabet tanısı konulan hastalarda diyabetik ayak gözlenmez. Diyabetik ayak gözlenen hastaların hemen tamamı, tanısı geç konulan ve diyabeti kontrol edilemeyen (şeker seviyeleri çok yüksek) hastalardır.
Diyabetik ayak, genellikle diz altı kılcal ve orta çaplı atardamarların tıkanmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Diyabetik Ayak Belirtileri Nelerdir?
Diyabetik ayak gelişen bir hastada ağrı sıklıkla karşımıza çıkar. Bununla birlikte, özellikle geceleri ortaya çıkan ayakta iğne batma hissi tipiktir. Ağrının ortaya çıktığı diyabetik ayağın erken dönemlerinden sonra, diyabetik yara veya ülser geliştiğinde ağrının ortadan kalkması gözlenebilir. Bu durum, iyileşmeden çok diyabetik ayak durumunun kötüleştiğinin bir belirtisi olarak algılanmalıdır. Diyabetik ayağın son safhasında, bacakta lokal enfeksiyona bağlı şişme, kızarıklık, kanama gözlenebilmektedir.
Farkına varılmayan veya tedavi edilmeyen diyabetik ayak hastalığında kangren sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konu ile ilgili lütfen bu yazımı (kangren nedir?) da okuyunuz.

Diyabetik Ayak Tanısı Nasıl Konulur? Diyabetik Ayak İçin Hangi Tetkik Yapılmalıdır?
Diyabetik ayak tanısı sık olarak yaranın açıldığı zaman konulur. Özellikle, diyabeti olanlarda ayak veya ayak parmaklarında ortaya çıkan yara, akla diyabetik ayak (şeker ayağı) durumunu getirmelidir.
Diyabeti olanların, damarsal sorunlar açısından yakın takip edilmeleri önemlidir. Bu nedenle, düzenli olarak damar cerrahisi uzmanına kontrole gelmeleri, fizik muayenelerinin yapılması, kontroller sırasında;
- arteryel doppler ultrasonografi,
- anjiografik inceleme,
- BT anjiografi,
- MR anjiografi
- konvansiyonel anjiografi (el bileğinden kalp anjiografisi) yapılması uygun olur.

Diyabetik Ayak Tedavisinde Neler Yapabilirim?
Diyabetik ayak tanısının erken konulması, önleyici ve tedavi edici düzenlemelerin yapılabilmesi açısından oldukça önemlidir. Ancak, diyabetik ayak tanısı konulduğu zaman, kendi başınıza yapabileceklerinizi belirtmek istiyorum. Bunlar;
- rahat, dar olmayan ayakkabı giyilmesi,
- günlük olarak ayakların olası yaralar açısından kontrol edilmesi,
- potansiyel veya mevcut olan durumların daha ciddi bir hal almadan önlenmesi,
- yalın ayak veya korumasız ayak ile herhangi bir aktivitenin yapılmaması,
- nasır, tırnak batması gibi durumların tedavisi için tıbbi yardım veya destek alınması,
- kan şekeri takibinizin düzenli yapılması,
- ayakların nemli ve bakımlı tutulması, bulunmaktadır.

Diyabetik Ayak Tedavisinde Günümüzde Hangi Tedaviler Yapılmaktadır?
Son yıllarda, diyabetin daha iyi anlaşılması ve teşhisinin erken konulması, diyabet ile ilgili farkındalığın yaratılması nedeniyle diyabetik ayak ile eskisine oranla daha az karşılaşmaktayız. Ancak, günümüzde özellikle minimal invaziv yöntemlerin gelişimi ile damar cerrahları, diyabetik ayak tedavisini daha etkili yapabilmektedirler. Günümüzde, anjiografik yöntemlerin gelişmesi ve kateterlerin incelmesi sayesinde damar cerrahları diyabet nedeniyle ileri derecede daralmış veya tam olarak tıkanmış bacak diz altı atardamarlarını kateter (plastik borucuk) yardımıyla açabilmektedirler. Damar cerrahlarının, son yıllarda minimal invaziv yöntemler konusunda başarılı girişimleri sayesinde diyabetik ayak tedavisinde ciddi ilerlemeler olmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak, aterektomi yazımı (atardamar tıraşlaması – aterektomi cihazları) okumanızı kesinlikle öneririm.

Diyabetik Ayak Kremi İşe Yarar Mı?
Diyabetik ayak tedavisinde, diyabetik ayak kremi tedavisi hastalığın çok farklı nedenlere bağlı olmasından dolayı işe yaramaz. Hastaların çoğu, diyabetik ayak kremi tedavisi ile zaman kaybeder. Bunun sonucunda da tedavi şanslarını kaybederler.
Diyabetik ayak farklı neden ve mikroorganizmalar tarafından ortaya çıkan bir hastalıktır. Diyabetik ayak tedavisi için, diyabetik ayak kremi ile zaman kaybetmek doğru ve bilimsel bir yaklaşım değildir.

Diyabetik Ayak Ülser Yarası Ağrılı Mıdır?
Diyabetik ayak ülser yarası, büyük ve bazen de kılcal damar seviyesinde atardamarların tıkanmasına bağlı olarak karşımıza çıkar. Diyabetik ayak ülserinin oluşmaya başladığı erken dönemde, henüz sinir uçları tam olarak hastalıktan etkilenmemiş durumda iken, oldukça ağrılı bir
durumdur. Aslında bu durum, hastaların lehine olan bir durumdur. Ancak, hastalığın ilerlediği ve kronikleştiği durumlarda bölgesel sinir uçlarının harabiyeti ile eskisi gibi ağrı duyulmamaktadır. Bu hastalarda, çoğu zaman ilgili ekstremitenin uç kısımlarını kaybetme riski bulunmaktadır.

Diyabetik Ayak Enfeksiyonu Neden Önemli?
Diyabetik ayak enfeksiyonu, farklı mikroorganizmaların (çoğunluğu bakteri) birlikte bulunduğu ve tedavinin buna bağlı olarak çok güç olduğu bir hastalıktır.
Özellikle kanlanmanın küçük damarlar seviyesinde bile bozulduğu diyabetik ayak hastalığında, tedavi edici ilaç ve antibiyotiklerin kan yolu ile diyabetik ayak enfeksiyonunun geliştiği bölgeye ulaşması hemen, hemen imkansızdır.

Diyabetik Ayak Ne Zaman Kesilir?
Diyabetik ayak gelişen hastaların büyük çoğunluğu modern tedavi yöntemleri ile oldukça geç dönemde tanışmaktadırlar. Tedavi seçeneklerinin günden güne gelişmesi ve bunların kolay ulaşılabilir olmasına rağmen bu durum aslında oldukça üzücüdür.
Diyabetik ayak kesilmesi, ölü dokuların temizlenmesi, antibiyotik tedavileri uygulamalarına rağmen tedaviden yanıt alınamayan hastalarda uygulanmaktadır.

Diyabetik Ayak ile Hangi Bölümler İlgileniyor?
Diyabetik ayak bakım ve tedavisi ile farklı bölümler ilgilenmektedir. Bunların arasında; Dahiliye veya Endokrinoloji bölümü, Dermatoloji (Cildiye), Kalp ve Damar Cerrahisi, Plastik Cerrahi ve Ortopedi ve Fizik Tedavi – Rehabilitasyon bölümleri bulunmaktadır. Bu bölümler, farklı disiplinler olsalar da, diyabetik ayak tedavisinde ortak olarak hareket etmektedirler.

www.mehmetergenoglu.com

ASBEST EN TEHLİKELİ KANSERLERDEN “MEZOTELYOMA”YA NEDEN OLUYOR…


Asbestin neden olduğu akciğer zarı kanserinin son yirmi yılda artacağını belirten uzmanlar risk grubundaki meslek gruplarının da bilinçli olması gerektiğine dikkat çekti.

Dünyada ve ülkemizde görülen ve önümüzdeki son yirmi yılda artış beklenen Mezotelyoma, akciğer zarı kanseri olarak tabir edilir. Çok nadiren iyi huylu Mezotelyoma olsa da kötü huylu akciğer zarı kanseri olarak bilinen Malign Plevral Mezotelyoma (MPM) Asbest maruziyeti ile ortaya çıkan bir hastalıktır. En belirgin şikayeti nefes darlığı ve göğüs ağrısı olan Mezotelyoma omuz ağrısı, öksürük, kilo kaybı, ateş ve ses kısıklığı gibi belirtiler de veriyor. Konu ile ilgili bilinmesi gerekenleri Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan açıkladı.
Demirhan,” Mezotelyoma çevresel faktörlerle direkt ilgili bir rahatsızlıktır. MPM etiyolojisinde bilinen iki önemli neden asbest veya erionit lifleriyle temastır. Bu liflerin solunmasıyla hastalık gelişir. MPM tanısı almış olguların yüzde 70-90’ında asbest teması olduğu bildirilmektedir. Liflerin uzunluğu arttıkça ve eni azaldıkça kanserojen etkisi artar, yani ince ve uzun liflerin kansere dönüşme ihtimalleri daha güçlüdür. Erionit lifleri Fibröz bir yapı özelliğine sahip olup asbest liflerine göre çok daha güçlü karsinojendir. Bazı araştırmalarda mezotelyoma dokuları içinde Simian 40 virüsü (SV 40) gösterilmiştir. Ancak ülkemizde bu virüs gösterilememiştir. Lifsi yapıda olan asbestin, ısı ve strese yüksek dayanıklılık gücü nedeniyle uzun yıllar çok sayıda iş kolunda ana madde olarak kullanılmıştır. Tersane, tekstil, fren balatası, izolasyon maddeleri, çatı kaplama maddeleri, yanmaz maddeler ve gaz maskesi imalatında çalışan işçilerde asbest maruziyeti söz konusudur. Bu iş kolunda çalışanlarda asbest teması ile ilgili sağlık sorunlarında asbest lifleri temel rolü oynar. Asbest çalışanların kıyafetlerinin ellenmesi yoluyla aile üyeleri belirgin olarak asbeste maruz kalabilirler (Meslek dışı). Bunun dışında kırsal alanda, ak toprağın içinde bulunan kimyasallar da asbest etkisi yaratır. Uzun yıllar ülkemizin kırsal alanda yaşayanlar bu ak toprağı, ısı ve su yalıtımı amacıyla evlerin çatısında, duvarlarında ve hayvan barınaklarında yaygın olarak kullanmışlar. MPM işe ilk girmeyle başlayan mesleksel temastan genellikle 20-40 yıl sonra ortaya çıkar. MPM’nin genel olarak 50-70 yaş aralığında saptanır. Asbest veya erionite bağlı çevresel temas kırsal alanda doğumla başlar. Asbeste bağlı MPM hastalığın saptandığı yaş ülkemizde 50-55 yaş civarındadır. Erionit ile temaslı MPM olgularında ortalama yaş 40-50 yıl yaş aralığı arasındadır.” dedi.
Göğüs ağrısı ve nefes darlığı en belirgin özelliği.
Mezotelyoma belirtilerine değinen Doç. Dr. Demirhan,” Batıcı göğüs- omuz ağrısı, nefes darlığı en belirgin özelliği olup nadir olarak öksürük, kilo kaybı, halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, ateş, balgamdan kan gelmesi gibi belirtilerin yanı sıra tümörün büyümesine ve sinirler üzerine baskı yapması nedeni ile ses kısıklığı, kalp zarında sıvı birikmesine bağlı çarpıntı kalp yetmezliği gibi şikayetlere de neden olabilir. Hastalıklı tarafta göğüs duvarının hareketsizleşmesi fiziki muayene de görülebilen bulguların başında gelir. Tümör yüzde 95 gibi büyük bir oranda tek taraflı yayılım gösterir sıklıkla sağ göğüs kafesi daha sık etkilenmektedir. Çok sık görülmese de bazen cilt altı kitleleri, boyunda şişme, yutma güçlüğü görülebilmektedir. Mezotelyoma yayılımını sıklıkla bölgesel dediğimiz lokal olarak yayılır. Ancak nadir de olsa kan ve lenf yoluyla da uzak metastaz yapabilmektedir. Tümör göğüs duvarına ve diyafragma altı karın bölgesine, akciğerlere ve mediastene yayılmaktadır. Bu durumda da akciğerleri saran bir tümöral kitle oluşumu gözlenir.” şeklinde konuştu.
Teşhis tanı yöntemleri nelerdir?
Tanı ve tedavi yöntemlerine değinen Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan sözlerine şöyle devam etti. “Öncelikle asbest maruziyeti sorgulanmalıdır bunun içinde hastanın doğum yeri ve mesleği araştırılmalıdır.  Sonra hastanın şikayetlerinden mezotelyoman şüphesi akıldan çıkmamalı. Mezotelyoma da tanıyı genellikle klinik değerlendirme sonrası radyoloji ile koymaktayız. Yapılacak en basit tetkik basit akciğer grafisi ve tomografidir. Tomografide akciğerin etrafında ve akciğer üzerinde akciğeri kısmi veya tama yakın saran plevral kitleler ve plevral sıvı görülür. Bu tespit sonrası  hızlıca tanıya gidilmelidir. Bu da biyopsi ile olmaktadır. Biyopsi materyali için genelde torakoskopik (nadir durumlarda mini torakotomi ile ) biyopsiyi tercih etmekteyiz. Çünkü diğer ince iğne biyopsisi, kapalı plevra biyopsisi yapıldığında tanı da şüphede kalınmakta ve gereksiz zaman kaybına yol açmaktadır. Biyopsi incelemesinde gerekli immünhistokimyasal çalışmalar sonunda  mezotelyomanın hücre tipi  kesinleştirilerek tedavi planına geçmemiz gerekmektedir. Bazen biyopsi öncesinde biyopsi yeri tayini için PET CT erken dönemde de yapılabilir. Ancak evreleme ve sistemik tarama amacı ile genelde biyopsi sonrası PET CT yapılmaktadır.”  
Tedavi şekli nasıldır?
Kombine tedavilerin önemine değinen Demirhan,” MPM tedavisinde cerrahi, kemoterapi, radyoterapi, kombine tedavi seçenekleri vardır. Tanı ve hücre tipi kesinleştikten sonra erken evre mezotelyomada cerrahi tedavi yapılmalır. Mezotelyoma da cerrahi tedavi iki şekilde yapılmaktadır. Birincisi  Plörektomi / Dekortikasyon  dediğimiz işlem ile sadece plevradaki (akciğer zarlarınındaki ) tümör mümkün olduğunca geniş bir şekilde çıkarılır  diyafragma ve kalp zarı tutulumu varsa bunlarda yerlerine uygun materyal (protezler ) konulark çıkarılır. İkinci ve ameliyat riskleri oldukça yüksek olan akciğerin, parietal plevra, kalp zarı ve diafragma ile beraber çıkarılması işlemidir.  Uygun hastalarda cerrahi ilk seçenek olarak tercih edilmelidir sonrasında onkolojik tedavi yapılmalıdır. Uygun olmayan hastalarda kemoterapi veya radyoterapi sonrası cerrahi tedavi yapılabilir. Bu tedavilerin yanında immünoterapi, fotodinamik tedavi, gen tedavileri, hedefe yönelik tedaviler, hipertermik Perfüzyon Kemoterapisi (HIPEC) gibi tedaviler de yapılmaktadır.” dedi.

KİŞİYE ÖZEL İMMUNOTERAPİ SİROZ’A UMUT OLUYOR…



Kişiye özel immunoterapi kanser, vitiligo, iltihaplı romatizmal hastalıklar gibi rahatsızlıklardan sonra sirozda da yüz güldürücü sonuçlar veriyor.


Kişiye özel immunoterapi kanserden vitiligoya, sedef hastalığından iltihaplı romatizmal hastalılara kadar pek çok rahatsızlıkla mücadelede olumlu sonuçlar veriyor. Aynı yöntem kişiye özel uygulanarak sirozda da başarılı sonuçlar verdi. Konu ile ilgili İç Hastalıkları ve İmmunoterapi Uzmanı Dr. Ülkü Görmez önemli bilgiler verdi.
Hastalığı tetikleyen altta yatan nedenin tespit edilmesinin ve buna göre kişiye özel bir tedavi programı çıkarılmasının hastalığın seyrinde kilit noktayı oluşturduğuna vurgu yapan Dr. Ülkü Görmez,” İmmunoeterapi tamamen kişiye özel olarak planlanıyor.  Kişiyi bizzat inceliyoruz. Altta yatan, otoimmüniteyi tetikleyen bağışıklıktaki sorunları inceliyoruz. Daha sonrasında tanılar koyuyoruz. Bunlar kişiye özel tanılar oluyor. Bundan sonra da onarma tedavisine geçiyoruz. Otoimmünite bağışıklığın kendi kendine saldırısı ile oluşan bir hastalık. Yalnız çok enteresan iki ucu var. Bağışıklıkta otoimmünite hastasının hem bağışıklığının zayıf olduğu noktalar var hem saldırdığı noktalar var. Her iki tarafı da tamir etmeniz gerekiyor. O yüzden de mutlaka doğru tanıların konulması çok önemli. Doğru tanıları koyduktan sonra hasta da uyumluysa işimiz çok kolaylaşıyor.  Bu hastaların bağışıklık sisteminde özellikle; T lenfositlerde, akyuvarlarda ne gibi defektler ve sorunlar var, özellikle bağırsak florasında ne gibi hastalıklar oluştuğunun mutlaka ve mutlaka tespit edilmesi gerekiyor. Bu hastalarda meydana gelen biyokimyasal değişiklikleri, endokrinolojik ve metabolik değişiklikleri, vitamin eksikliklerini ortaya koymak gerekiyor. Buna göre de kişiye özel bir beslenme ve ilaç programı oluşturması gerekiyor.” dedi.
İmmünoterapi vücudu eğiterek kişiye hastalıkla savaşmayı öğretiyor.
İmmunoterapi’nin vücudu eğiten bir tedavi şekli olduğuna değinen Görmez,”Kişiye özel immunoterapi ile yaptığımız vücudu eğitmek, onarmak ve doğruyu göstermektir. Kişiye özel immunoterapi ile kişinin bağışıklık sistemindeki sorunu ne? Bu net olarak ortaya konuluyor. Buna göre de bağışıklık sistemi tekrar yapılandırılıyor. İsrail, Amerika ve Dünyanın çeşitli merkezlerinde uygulanan aynı protokol uygulanıyor bizde de. Tedavinin başarısında belli başlı kriterler çok önemli rol oynuyor. Özellikle CEA (karsinoembriyonik antijen) düzeyinin yüksekliği hastanın sağ kalımını çok etkiliyor. Hastanın tedaviye başlarken CEA düzeyi ne kadar düşükse sağ kalım ve hastanın hastalıktan kurtulma şansı o kadar yüksektir. Tedavi süresi ise kişiye göre değişkendir. 6 ay ile 3 yıl arasında bağışıklık sisteminin sorununa bağlı olarak değişebiliyor.” şeklinde konuştu.

HEKİM ŞARKICIDAN ÜÇ YENİ ŞARKI DAHA…



Geçen yıl yayınlanan ilk single’ı “Sonu Yok” ile başarılı bir çıkış yakalayan Gökhan Kahyaoğlu, müzik yolculuğuna “Benimle misin?” adlı maxi single ile devam ediyor. Çalışmada yer alan üç şarkının da söz ve müziği, Kahyaoğlu’nun imzasını taşıyor.

Asıl mesleği diş hekimliği olan ve müzik tutkusunun peşinden giderek kendi bestelerini yapan Gökhan Kahyaoğlu, eserlerini müzikseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Duygusal şarkısı “Sonu Yok” ile büyük beğeni toplayan Kahyaoğlu, bu kez üç şarkının yer aldığı bir maxi single hazırladı. “Benimle misin?” adlı çalışma, ocak ayı sonunda Seyhan Müzik etiketiyle tüm dijital mecralarda yayınlandı.

ÜÇ ŞARKI DA KENDİ BESTESİ

Gökhan Kahyaoğlu, maxi single’da söz ve müzikleri kendisine ait “Benimle misin”, “Doğum Günü "Ve Bir Gün” adlı şarkılara yer verdi. Çalışmaya adını veren “Benimle misin?” şarkısının aranjesini Tarık İster, diğer iki şarkının aranjesini de Burak Saltan yaptı. İlk klip ise Erkan Nas’ın yönetmenliğinde “Benimle misin?” şarkısına çekildi. Sıra dışı görüntülerin yer aldığı klip, müzik kanallarında dönmeye başladı.