19 Ağustos 2017 Cumartesi

İŞ ADAMI KASIM BAYRAM,"DÜRÜSTLÜK VE DAYANIŞMA CAN SUYUM OLDU."



Bu hikayeye sıradan bir ‘başarı hikayesi’ tanımlaması yapmak doğru olmaz. Evet, çok büyük bir başarının imzası var, bunu her satırda okuyacaksınız. Ama öyle bir azim, öyle bitmez bir umut ve öyle sonsuz bir inanç var ki; bu yazı bittiğinde okuyan herkes yarım bıraktıklarına yeniden sarılma gücünü kendinde bulacak kanaatimce.

Bugün dev bir şirketin başında, oğulları ve kardeşleri ile birlikte uluslar arası çapta başarılı işler yapan bir iş adamı Kasım Bayram. Çocukluğunda en büyük hayali doktor olmakmış.  Ancak olamamış, hayalleri yarım kalmış. Maddi imkansızlıklardan dolayı çok sevdiği okuluna devam edememiş. 11 yaşında ayakkabı boyacılığına başlamış, ardından işportacılık yapmış evine ekmek götürmek için. Delikanlılığa ilk adımı attığında onun çalışkanlığına ve azmine hayran kalan bir iş adamı onu işe almış. Henüz 18 yaşında otobüs işletmesinde gece müdürü olmuş. 20 yaşında ise ticarete atılmış 6 metre kare küçük kuruyemiş dükkanında. Birkaç yıl sonra da ‘benim sarayımdı’ dediği 60 metre karelik yeni ekmek teknesini kurmuş. Bir de küçük kuruyemiş imalathanesi kurmuş dükkanının yakınına. “Tam işleri yoluna koydum çoluğumu çocuğumu rahat ettireceğim.” derken bir gece deposunda çıkan yangında her şeyini kaybetmiş. “Yanan malın büyük bir kısmının henüz borcu bile ödenmemişti.” diyerek o anın izlerini duygusallıkla anlattı. Üzüntüden yataklara düşse de yeniden ayağa kalkmış. “Dürüstlük ve dayanışma can suyum oldu.” diyor. İlerleyen yıllarda da pek çok badire atlatmış ama yoluna devam etmiş kararlılıkla. İş hayatında verdiği mücadeleye bir kanser eklenmiş. Akciğer kanseri olmuş. Birkaç ay ömür biçilmiş. Amerika’ya da gitmiş tedavi için ama oradan da umutsuz dönmüş. Fakat o kanseri de anılarına gömmüş. Şimdi 68 yaşında, 18 torunu var ve samimiyetle anlattı kat tetiği yolları.



Uzun bir yol sizinki… Çocukluğunuzla başlayalım mı? Biraz bahseder misiniz çocukluğunuzdan? Kaç kardeştiniz?

Saymak lazım. (Gülümsüyor ) Babam 3 defa evlenmiş. Birinci evliliğinden bir kız evladı olmuş. Ayrılmışlar ikinci evliğinden de 3 çocuğu daha olmuş babamın. Sonra da üçüncü evliliğini yapmış, annemi almış. Annemden de 4 kız 4 de erkek 8 evladı olmuş. Kalabalık bir aileyiz yani. Çocukluğumun bir bölümü Ağrı’da geçti. Sonra hayat bizi büyük şehirlere sürükledi. İstanbul, Ankara…

Nasıl bir çocuktunuz, okulu sever miydiniz?

Okulu çok severdim. Çok da çalışkandım. Hayalim vardı. Doktor olmak istiyordum. Ağrı’nın Ahmetbey köyü ilkokuluna gidiyordum. İlkokulun son iki yılını başka bir köyde okumak zorunda kaldım. Açıkçası çok zorlandım. Çünkü bizim köyümüze 7 kilometre uzaklıktaydı ve ben her gün o yolu yürümek zorunda kalıyordum. Özellikle kışın çok zor oluyordu, karlara bata çıka o küçücük boyumla okula ulaşmaya çalışıyordum. O dönem servisler yoktu tabi. Çok yoruluyordum ama şikayet etmiyordum çünkü hayalim vardı. Okuyup doktor olacaktım. Ama imkansızlıklardan ancak ilk okulu bitirebildim.

Sonra ne oldu?

Babamla birlikte Ankara’ya gittik. 12 yaşındaydım ve ağabeyime yalvardım beni okula yazdır diye. Ağabeyim beni o dönem Kale’nin ortaokuluna yazdırdı ancak bir ay gidebildim. Babam maddi imkansızlıklardan dolayı beni okuldan aldı. Okul hayatım orada bitti, doktor olma hayallerim de.

Üzüldünüz mü çok?

Üzülmez miyim? Okuldan alınışım. İçimde hep uhde kaldı okul, okumak. O okul kıyafetlerini, şapkalarını çocukların üstünde her gördüğümde için cız ederdi. Çok şık şapkalarımız vardı. Kendimi harika hissederdim  o üniformanın içinde. Ama kısa sürdü.

Nasıl bir hayat başladı bunda sonra sizin için?

Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kadıköy’de Osman Ağa Camisi vardı. O camiinin yanında ayakkabı boyacılığı yaptık babamla. 6 ay kaldık İstanbul’da.

Babanız da üzüldü mü sizi okuldan aldığı için?

Üzülmez mi? Ama o da haklıydı kendine göre. Başka bir gelir kaynağı yoktu. Mecburen beni aldı, geldik ve boyacılık yaptık İstanbul’da. Bana ‘oğlum 3 bin liramız olsun gideceğiz’ derdi. Para biriktirmeye çalışırdık yani. 3 bin liramız oldu bu sefer ‘4 bin olsun gideceğiz’ dedi. Sonra 5 bine çıktı. Annemi ve kardeşlerimi çok özlüyordum. Ama onlar için çalışmak zorundaydık. Babam aslında memlekette hatırı sayılır bir adamdı ama düşmüştü bir kere işte. Bir keresinde hiç unutmam boya sandığının üstünde birden şapkasını çekti, yüzünü saklamaya çalışır gibiydi. Dikkatimi çekti sordum,” Baba niye öyle yapıyorsun?” dedim. Bana yakınımızdaki bir adamı işaret ederek,” Oğlum bak bu adam köyden benim çok samimi dostum. Beni böyle görmesin istiyorum.” dedi. Utanmış, sonradan anladım.

Parayı biriktirdikten sonra ne yaptınız?

Memleketimize döndük. Döndük ama babam ikiye bölünmüştü ve çok üzgündü. İki oğlu ve bir kızı Ankara’daydı üvey annemle birlikte. Sonra bizi de aldı Ankara’ya götürdü. Ayakkabı boyacılığı mesleğimiz de hazırdı orada aynen devam ettik.

Kazandırıyordu o zaman demek ki ayakkabı boyacılığı?

E, tabii. O meslekle ailemizi geçindirdik. Zamanla seyyar satıcılığa terfi ettik. Bir iki sene devam ettik ama çok sıkıntı yaşardık zabıtalarla, malımızı alır götürürlerdi sürekli. 16 yaşıma kadar işportacılık yaptım. Gazanfer otobüs işletmesi vardı o dönem. Beni tanırdı sahibi. Beni işe aldı katip olarak. Bir iki sene çalıştım sonra da gece müdürlüğüne terfi ettim. Ama gündüzleri de çalışmaya devam ederdim. 18 yaşında da evlendim. Askere gittiğimde iki çocuğum vardı.

Ticarete ne zaman atıldınız?

21 yaşında ticarete atıldım. Ankara’da Çankırı caddesinde 6 metre kare bir dükkanda kuruyemişçilik yapmaya başladım. Daha önce deneyimim vardı, seyyar satıcılık yaparken kuruyemiş de satardım. Sonra onu ticarete döktüm. Arka tarafta da bir tane imalathanemiz vardı. Küçücük bir depoydu orası da. Orada da kuruyemiş imal etmeye başladık. Isıtıp, kavuruyorduk. Çok güzel de işimiz vardı. Bir dükkan daha aldık kısa bir süre sonra. Bana göre o zamanın şartlarında saray gibi bir dükkandı, 60 metre kareydi. Ondan sonra yavaş yavaş iki, üç, beş dükkanları büyüttük bu sefer de kuruyemiş toptancısı olduk. 80 senesiydi ben 30 yaşıma gelmiştim. Biraz daha devam ettik sonra toptancıya mal satar hale geldik. Kardeşlerim yetişmeye başladı bana. 3 tane erkek kardeşim vardı.

“BAŞARIYI BEN YAPMADIM ALLAH VERDİ.”

Çok çalışmak mı, zeka mı size başarıyı getirdi? Yoksa ikisi bir arada mı?

İkisi bir arada olmazsa olmuyor. Çok çalışmak da yetmiyor. Allah yardım ediyor, imkanlar yaratıyor. Allah nasip ettiyse de oluyor. Akıl veriyor Allah sana, iş veriyor ama insanoğlu hep ben yaptım diyor. Aslında sen yapmadın Allah verdi. Yönlendiren vardı seni. Unutmamak lazım bunu ama tabi çok da çalışmak lazım…

Kardeşleriniz dahil oldu, sonra ne oldu?

Onlar da yardımcı oldu, birleştik. Dükkanları çoğalttık. Hem perakende hem toptan olarak VİP Kuruyemiş'i çok büyüttük. Ama bu sene kuruyemiş işini bıraktık. Yeni ithalat işi yapmaya başladık. Hurma ithal etmeye başladık. Kudüs, Medine, Tunus, İran hurması ithal ediyoruz. Ceviz ithal ediyoruz ayrıca. Ukrayna’da fabrikamız var 83 tane de çalışan Ukraynalı işçimiz var. Biz orada cevizleri alıyoruz işçiler onları sınıflandırıyor. Bu sınıflandırmadan sonra da başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeye gönderiyoruz. Amerika’dan da badem ithal ediyoruz. 4 tane de oğlum var onlarla da hep beraber çalışıyoruz artık, daha güçlüyüz. Bundan dolayı farklı sektörlere de giriş yaptık. Ankara’da Nişantaşı Pazarı markasını kurduk. Dört, beş bin metre kare alanda isteyene istediği metre kare kadar yer kiralıyoruz. Ankara’nın üç yerinde Nişantaşı Pazarı’mız var. Yine Ankara Yüksel caddesinde de güzel bir mağazamız var.

Birlikten güç doğmuş adeta, dayanışma önemli yani.

Kesinlikle. Sıkı kenetlenmiş bir aile yapımız var. Hep beraber başardık pek çok şeyi. Başları her zaman ben oldum ama onlar da hep destek oldular.

 Bu yolda zorluklarınız olmuştur mutlaka. Neler yaşadınız?

Beş seneliktik ticarette. Gece haber verdiler, depo yanıyor dediler. Koştuk gittik, kül olmuştu her şey. Bugünkü sermaye ile 2 trilyon malımız varsa içerse 2 trilyon da borcumuz vardı. Sigorta da yoktu o dönem.

Ne hissettiniz o anda?
Çok üzüldüm, hastalandım. Çok emek vardı bir çırpıda silindi her şey. Televizyonda hala yangın haberi gördüğümde aynı duyguları yaşıyorum.

Mal yandı, borç çok… Nasıl ayağa kalktınız tekrar, nasıl toparlandınız?

Yangından hemen önce gündüz 300 bin lira para çıkarmıştım Gaziantep’e. Antepli bir dostum vardı şimdi benim dünürüm oldu. Oğlumun kayın babası. Ondan mal almıştım, onun parasını çıkarttım. Gece depo yandı, ertesi gün de duymuş ve atlamış kendisi geldi Ankara’ya. O zaman dünür değildik, dosttuk. Karşımda gördüğümde parayı alamadı herhalde diye düşündüm. Hastayım, yataktayım,”Ben paranızı göndermiştim.” dedim. O da,”Ben de onun için geldim. Babamın sana selamı var. Kasım bu parayı alsın ihtiyacı ne zaman biterse o zaman göndersin diyor.” dedi. Borcumun karşılığı para gönderdiğim adam bana parayı geri ayağıma getirdi. Onun gibi diğer esnaflar da aynı desteği gösterdi. Bana borcum olduğu halde yeniden mal verdiler. Fındıkçısı, fıstıkçısı hepsi destek oldu. Namusluyduk, dürüsttük. Borcuma çok titizdim, sözüme titizdim. Allah'tan büyük bir mani olmazsa mutlaka öderdim borcumu. Senet kırdırırdım, borç alırdım ama mutlaka öderdim. Bana çok faydası oldu o işin. Yangının akabinde bu mantığın meyvelerini topladım. Bu sınavı böyle geçtik. Allah bize yardım etti, esnaf arkadaşlarımız yardım etti. İyi niyet çok önemli… Nasıl toparladık, nasıl borcu ödedik, hatırlamıyorum. Niyet önemli. Ben yanmışım ama borcumu ödemeyi kafama koymuştum.  Daha çok çalıştım, çalıştık. El birliği ile büyüdük. Hala çalışıyor sayılırım. Sabah 9-10 da giderim, büroda otururum. Sorarlarsa danışmanlık yaparım. Sormazlarsa söylemem. Çok şükür soruyorlar bazen.
 ( gülümsüyor ) Ben oğullarıma devrettiğim zaman 10 kilo dahi satsalar bana sorarlardı. ‘Oğlum kendi başına yap 2 kere, 3 kere zarar et ama kendi başına yap. Yarın ölürsem bağımlı kalırsın bana.’derdim. Şimdi sormuyorlar artık. Bazen kızıyorum hiç sormuyorsunuz diye. ( gülümsüyor )

İyi ki okumamışsınız şu durumda. Siz doktor olsaydınız ülkemiz böyle saygın bir iş adamı kazanamayacaktı belki de?

( Kahkaha atıyor ) ‘Bilemezsizin sizin için ne hayırlı’ diyor dinimiz de. Şer kabul ettiklerin hayır, hayır kabul ettiklerin şer olabilir. Ama çocuklarıma hep söylerim. ‘Oğlum okuyun. Diplomanızı asın şuraya’ derim. Okumuşlarla çok şükür iyi kötü çevremiz var ama onlarla oturduğum zaman ben biraz kendimi zayıf hissediyorum. İnsan kendini geliştirebilir ben de geliştirmeye çalışıyorum ama okul çok başka. Gençler okumalı mutlaka, diploma önemli. Gerçi biz de hayat okulundan geldik. Onu da herkes okuyamıyor. O da şans işte.

Doktorluk sizin hayalinizmiş ama aileden oldukça ünlü doktor da çıkmış. Bizim bildiğimiz başarılı Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Yusuf Kalko sizin yeğeniniz. Başka doktor var mı ailede?

Evet, Yusuf bizim gururumuzdur. Çok azimli, çalışkan, gayretlidir… Onun için ne söylesem az. O hem tıp fakültesini hem hayat okulunu okudu. Çocukken çok şeker sattı bizim bayram tezgahlarında. Kuruyemiş dükkanında yardım ederdi. Babasına yardım ederdi çay ocağında. Hayatın her türlü zorluğunu gördü. Onun dışında torunum doktor, bir torunum da eczacı. Bir diğeri de iç mimar. Eğitim çok önemli benim için. Yeni nesil mutlaka okumalı.

Köyünüzü özlüyor musunuz?

Özlemez miyim? Allah nasip etti vilayetime, Ağrı’ya bir okul yaptım. Büromda iki okul resmi vardı. İlkokul ve ortaokul… Ağrı’ya aynı bahçenin içine ikisini de yaptırdım. Açılışında vali ve milletvekilleri vardı. Açılış töreninde konuşma yaparken çok duygulandım. “Burada okudum, burada büyüdüm ama ilkokulu bitirdim ondan sonrasına devam edemedim. Ben burada çocukların ne halde olduklarını bildiğim için buraya geldim.”dedim. Her sene 600’e yakın ilkokul çocuğu 600’e yakın da ortaokul çocuğuna düzenli yardım gönderiyoruz artık. 60’a yakın çocuğa burs veriyoruz. Çocuklar okumalı, eğitim çok önemli. Bizim gibi insanlar da ihtiyacı olanları desteklemeli.

“KANSER AKCİĞERİ SARMIŞ KALBE KADAR ULAŞMIŞTI. UMUT YOK DEDİLER AMA…”

İş hayatında atlattığı badirelerin ardından bu sefer de kanser hastalığı yakasına yapışmış Kasım Bayram’ın. O sürecin detaylarını yeğeni başarılı Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Yusuf Kalko’dan aldım. Dayı yeğen kader birliği yapmış adeta. Birlikte Amerika’ya da gitmişler ama oradan da olumlu bir sonuç çıkmamış başarılı iş adamına. Aldıkları tek cevap “Durumu çok kötü olmuş.” Bazen doktorların da çaresiz kaldıklarında başvurdukları bir cümle vardır,”Biz elimizden geleni yaptık ama Allah’tan umut kesilmez.” derler. Aynen bu cevabı almışlar başvurdukları her kapıdan. Ancak mucizevi bir süreç işlemiş Kasım Bayram adına. Detaylarını Prof. Dr. Yusuf Kalko şöyle anlattı.

“90’lı yıllardı, henüz tıp fakültesinin başlarındaydım. Dayım ise henüz 40’lı yaşlarda ailemizin can damarı idi. Kanser olduğunu öğrendik. Tüm akciğeri sarmış kalbe kadar ulaşmış kanser. Ameliyat şansı bulunmuyordu. Kanser konusunda uzman tüm doktorlara gittik hatta yine kanserde uzman bir kadın doğum doktoruna bile gittik ama her yerden aynı cevabı aldık. ‘Durumu çok kötü’ dediler. Fakat böyle dönemlerde insan konduramıyor sevdiklerine hastalığı. Ben de konduramadım dayıma. Dayıma belli etmemeye çalışıyorduk durumun ciddiyetini ama o çok zeki bir adamdı her ne kadar saklasak da hastalığını, o anlıyordu. Duygusaldı, içleniyordu hastalığına, 80-90 kiloluk adam 50 kilolara düştü. 
O dönem Amerika’da yaptığı başarılı ameliyatlarla adını duyuran Prof. Dr. Münci Kalayoğlu’na ulaştık, “arkadaşım var gelin dedi” ve dayımı oraya göndermeye karar verdik. Havaalanında yüzlerce kişi tüm akrabalar dualarla uğurladı bizi, dayımla birlikte gittik Amerika’ya. Biyopsi aşaması yoğun bakım süreci derken sonuçlar çıktı. Münci hoca beni yanına çağırdı. Dayımın akciğer kanseri olduğunu o da yineledi, akciğeri sarmış kalbe kadar ulaşmış tümör. “Pek tedavisi yok” dedi hoca. Literatür örneklerini döktü ve sadece 1 hastanın o dönem kemoterapiden fayda gördüğünü söyledi. “O da milyonda bir vakadır.” dedi. Ankara’ya döndük sonra. Gel zaman git zaman dayımın gırtlak kanserinden Londra’da tedavi görmüş bir arkadaşı orada fayda bulmuş. Dayım da oraya gitti, Radyoterapi kemoterapi aldı. Bırakmadı mücadeleyi doktorları umutsuz konuştu diye. Henüz çocukları küçüktü, “En büyüğünü evlendireyim onu göreyim bari. Ben torun torba göremem.” diyordu. Diyordu ama doktorun milyonda bir dediği ihtimal dayımda gerçekleşti. O kanseri yendi, bizi yalnız bırakmadı. Şimdi 18 torunu var ve şükürler olsun ki hepimize babalık yapmaya devam ediyor. Herkes dayısını çok sever, ama o sıradan bir dayı değil. Sadece benim değil tüm ailenin atası, babası o. Maneviyatı çok güçlü bir adam o ve aldığı dualar, yaptığı hayırlar ve ilahi güç onu yaşattı. Bunun adı mucize ise evet o bir mucize. Buradan çıkarılan sonuç şu öldürmeyen Allah öldürmüyor. Hastalık yok, hasta var. Umutsuzluk diye bir şey yok hayatta, dualar ve inanç var. Amansız hastalık yok, o hastalığa galip geleceğine olan inanç var.  Bir hekim olarak da şunu çok net söylüyorum, her hastalık aynı sonuçla sonuçlanmaz.



Röportaj: Şükriye Özgül